'Yumruklarla konuşursanız kaslara seslenirsiniz' denir. Maalesef yıllardır iki taraf da kaslara sesleniyor.
DP Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç arasında TV ekranlarına yansıyan tartışmadaki bir cümle, üzerinde düşünmeye değer nitelikteydi. Tuğluk, Arınç’a, “Şemdinli’de karşılaştığımız gerillayı ikna edip getirseydik ne yapacaktınız?” sorusunu sordu. Arınç, bir cevap vermedi. Soru yerinde kaldı.
Gelelim ‘karşı taraf’a: Bu tartışmaya, sosyal medyada yapılan yorumlara baktığımızda şu yaklaşım öne çıkıyor: “Aysel Hanım siz PKK’lıları anlamaya çalışıyorsunuz. Peki, aynı adamların Gaziantep’te yaptığı katliama ne diyeceksiniz? Onlar yapmıyorlar mı bütün bu vahşeti? Onları nasıl anlıyorsunuz?” Tepkiler değişik düzeylerde... Milliyetçisi, ırkçısı, vicdanı sızlayanı, çözüm arayanı, çaresizlik ifade edeni...
İki kamuoyu
İki farklı pencere, iki farklı bakış açısı, iki farklı kamuoyu. Her iki taraf da kendisinin haklılığına ve karşı tarafın çözüm istemediğine ikna olmuş bir psikolojide.
Kürtlerin tarafından baktığınızda, Habur sonrası yaşananlar, çözüm isteğine ters düşüyor. “Habur’dan silahlarını bırakıp gelenlere ne oldu?” diye soran Tuğluk şöyle devam ediyor: “Bir kısmı hapiste, bir kısmı hayal kırıklığı içinde yeniden yurtdışına gitti.” Onların şiddetle bir ilişkilerinin bulunmadığını da sözlerine ekliyor.
Kürtlerin umutsuzluk ifade eden sorularına inandırıcı cevapların bulunması şart. Devletin, onların onurlarını göz önünde bulunduran bir çözüm perspektifi geliştirebileceğine ikna olmaları kolay değil.
Karşı tarafın ruh hali
Madalyonun öteki yüzünden baktığımızdaysa ‘Gaziantep vahşeti’ önümüze çıkıyor. Sivil insanların kaynadığı bir şehir merkezinde onlarca kişiyi hava uçuran, hastaneleri yaralılarla dolduran bir bomba düzeneği, hangi ‘barış yolculuğu’nun, hangi ‘kimlik bilinci’nin istasyonu olabilir? Gaziantep’te yaşanan trajediye katkıda bulunabilen bir zihniyet, ‘barış duygusu’na seslenebilir mi? “Siz öyle yaparsanız onlar da böyle yaparlar” demek, vahşetin şiddetini görmemek anlamına gelir. Böyle bir ortamda, Türklerin arasında barış ve çözüm isteğinin değil öfkenin yükselmesi, milliyetçiliğin ve militarizmin yoğunluk kazanması kaçınılmaz.
PKK’nın son dönemdeki etkinlikleri, çözüm duygularını dinamitliyor, siyasetçileri hareket edemez hale getiriyor. Devlet Bahçeli-İdris Naim Şahin ittifakı hayat buluyor.
Aysel Tuğluk’un “Onları alıp getirseydik ne yapacaktınız?” sorusu anlamlı. Ancak yeterli değil. PKK’nın başvurduğu şiddet karşısında geniş toplumsal kitlelerin duygularını biraz daha doğru değerlendirebilecek bir duyarlılık şart. PKK saldırıları ve ölüm haberleri arasında, bu karşılaşmalar, bu kucaklaşmalar, duygusal patlamalara neden olabiliyor.
Tabii dağdakiler de tablonun bir diğer ‘insani yüz’ü. O çocukların neden dağlara gittiğini, neden ölümü göze alıp her şeylerini terk edebildiğini acaba Türkiye’nin yüzde kaçı anlamaya çalışıyor?
Çözümü dağa havale etmek
Tuğluk’un sorduğu bir soru üzerinden devam edelim: “Çözüm iradesi var mı?” Bir yıl önceki Silvan saldırısından bu yana hükümete egemen olan zihniyet, “Göze göz, dişe diş” şeklinde bir anlayış üzerinden gidiyor. Çözüm iradesi dağlara, dağlardaki çarpışmalara endeksleniyor. ‘Kim kimi yenerse’ üzerinden kurulan denklem, şiddetin tırmanmasından başka sonuç vermiyor. “Yumruklarla konuşursanız kaslara seslenirsiniz” diye bir söz vardır. Maalesef yıllardır her iki taraf da daha çok kaslara sesleniyor.
Belki ‘söylemesi kolay’ diyeceksiniz ama Aysel Tuğluk’la, Bülent Arınç’ın daha sakin bir ortamda “Nasıl çözüm üretebiliriz” diye konuşmalarına; yeni diyalog yolları üretebilme yeteneklerini geliştirmelerine ihtiyacımızın olduğunu düşünüyorum (Hatta CHP’den de birileri, mesela Hüseyin Aygün dahil olsa). Yaşadığımız çağ, böyle bir olgunluğu gerektiriyor.
İlk hamlenin hükümetten gelmesi gerektiği inancındayım.
Bence dünya bunun gerekliliğinin farkında...
Onlar bunun ne kadar farkında, merak ediyorum...
(radikal gazetesinden alınmıştır)