Türkiye statükodan ve bazı siyasetçilerin bireysel kaprislerinden çok çekti. 18 Nisan 1999 genel seçimlerinden 1. parti olarak çıkan DSP tek başına Hükûmeti kuramayınca Bülent Ecevit’in DSP’si MHP ve ANAP ile koalisyon hükümeti kurmuştu.

Türkiye’nin en zor ve en kötü ekonomik krizlerini yaşadığı dönem de bu dönem oldu. (Allah bir daha yaşatmasın) Esnaf, Başbakanlıkta Başbakan Ecevit’in gözleri önünde yazar kasasını fırlatarak çaresizliğini haykırıyor, ekonomik buhran milletin canından bezdiriyordu.

O dönem bende Anadolu Ajansı’nda tüm bu gelişmeleri aktif bir Gazeteci olarak izliyor ve haber yapıyordum.  Koalisyon hükümetinin baskıcı ve kargaşa ortamına zemin hazırlayan icraatları çalıştığım ajansın yönetimine çoktan yansımıştı bile. 7 yıldır çalıştığım İstanbul AA’dan, 1998 Yılında tayinim baskıcı bir tutumla Trabzon AA’ya almak zorunda bırakılmıştım. Trabzon’da da göze batmış olmalıyım ki, 2.5 yıl Trabzon AA’da çalıştıktan sonra haberim dahi olmadan faks emri ile Van AA’ya atanmıştım. Hem de tayın yazımın çıktığı günün ertesi gün işe başlamam emredilmişti. Mecburen 10 gün rapor aldım ve evimi taşıyarak Van’a görevimin başına gitmiştim. Van da bana kurulan oyundan habersizdim. Genel müdürlüğün talimatı ile uygulanan baskı şiddete dönüşmüş ve saldırıya uğramıştım bile… Ölmeme razı olamadıkları için olsa gerek, saldırıya uğradığım günün gecesi saat 23.00’te ani bir kararla Tayinim Konya’ya alınmıştı. Konya AA’da üzerime kurulan baskılar dayanılmaz hal almıştı. Bu arada haber konusunda gittiğim her yerde en başarılı gazeteci ünvanını da elden bırakmadığımı söyleyeyim.

Tam da bu baskıların olduğu dönemde, hemşerim olarak gördüğüm dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’a gittim. Keşke gitmeseydim. Makam odasında tüm bu baskıları anlatınca bana “Mahkemeye git kardeşim” dedi. Söyleyecek söz yoktu tabi. “Ben mahkemeye gitmesini elbette bilirim, ama çalışma bakanı ve hemşerim olarak size bir sorunu iletmek istedim” dedim ve makamından ayrıldım. Sonra ne mi oldu? Tabi ki 2002 yılında AA’dan atıldım. Evet daha sonra mahkemeye gittim ve 10 yıl süren davayı da kazandım.

Ak Parti iktidarı döneminde, Anadolu Ajansı da gerçek kimliğine kavuşturuldu. AA büyüdü ve çeşitli dillerde artık habercilik yapmaktadır. Bu başarı sadece yöneticilerin başarısı değildir elbette… Siyasi destek ve siyasetçilerin kararlı tutumları da milletin Ajansı’nı hak ettiği yere taşıdı.

Peki, kokuşmuş ve tükenmiş zihniyeti savunan kaprisli siyasetçilerden biri olan Yaşar Okuyan ne yaptı?

Her seçim dönemi televizyonlara çıkıp, “Ak Parti iktidardan gidecek. Bu kayıtları tutun. Sonra yayınlarsınız” gibi saçma ama milleti enayi yerine koyan açıklamalarının yanı sıra kimlik arayışına tanık olmaktayız.

Daha kendini bulamamış, millete nasıl hizmet edecek. Nasıl kendini bulamadığını da anlatayım mı?

2014 Yerel seçimler öncesi Halk TV ekranlarına çıkıp, “İstanbul’da da Ankara’da da CHP adayları kazanacak” cümlesi ile yine kendi egosunu tatmin etmiş ve ekrana çıkma, göz önünde olma arzusunu yerine getirmiştir.

Yaşar Okuyan’ın siyasi hayatına bakınca da dengesizliği açıkça görüyoruz. Şöyle ki;

Aktif siyasete 1970’li yılların başında MHP’de başladı. İlginç bir nokta, aynı dönemde kardeşi Arif Okuyan'ın TKP’li (Türkiye Komünist Partisi) olması…  'Faşist bir ağabeyim olduğu için utanıyorum' açıklamaları yapan Arif Okuyan, bu nedenle soyadını da (Ekim Devrimi'ne gönderme yapacak şekilde) değiştirmiş, Arif Ekim yapmıştır. (80'li yıllar sonrasında 'faşist' ağabey ve 'komünist' kardeş barıştılar)

 

Okuyan, Mesut Yılmaz’ın ANAP liderliğine seçilmesinden sonra bu partiden Meclis'e girdi. Okuyan, ANAP'ta sürekli Ülkücü geçmişiyle anıldı. Eski ocağını rencide etmemeye, ancak ANAP’lı kimliğini vurgulamaya özen gösterdi. Özgeçmişinde MHP yıllarını gazetecilik yaptığı dönem olarak tarif etti. Okuyan, Mesut Yılmaz’la ters düşünce bakanlık görevi ile ANAP’tan ayrıldı.

ANAP'tan istifa etmesinin ardından Yaşar Okuyan önce eski partisi MHP'ye girmesi ile çıkması bir oldu.  

Kasım 2004'de Ankara kulislerinde yeni parti kuracağı söylentileri dolaşırken sürpriz yaparak, 28 Şubat sürecinde Hüsamettin Cindoruk ve ekibi tarafından kurulmuş olan Demokrat Türkiye Partisi’nin başına geçti.

 

Mayıs 2005 olağan kongresinde partinin ismini Hürriyet ve Değişim Partisi olarak değiştirtti. Partinin amblemi de ‘yeşil zemin üzerinde güneş’ oldu. Böylece 5 yıl içinde 6 genel başkan (sırasıyla Hüsamettin Cindoruk, İsmet Sezgin, Mehmet Ali Bayar, Yılmaz Hastürk, Sema Küçüksöz ve Önder Günay) değiştirmiş bulunan DTP tarihe karışmış oldu.

2007 yılında düzenlenen Cumhuriyet Mitingleri ‘ne iştirak etti.

2008 yılında genel başkanlığını yaptığı Hürriyet ve Değişim Partisi’ni kapatarak, kadrosuyla birlikte Halkın Yükselişi Partisi'ne katıldı.

 

Daha sonra Yaşar Nuri Öztürk de anlamış olmalı ki, bizzat kendisi tarafından partiden ihraç edildi.

 

Yaşar Okuyan şimdi nerede boy gösterdi dersiniz? Doğu Perinçek’in Vatan Partisi’nde…  Hani eski adı İşçi Partisi olan partide. Şimdi işçi dostu olarak sahneye çıkıyor anlaşılan. Millet de yiyecek sanıyor…

 

Vatan Partisi’nin Bakırköy’de düzenlediği 1 Mayıs mitinginde Yaşar Okuyan’ı Doğu Perinçek’in arkasında görünce hiç şaşırmadım. İşçi ve emekçinin Bayramı’nda boy gösterdi. Benim de aklıma makam koltuğunda oturduğu dönemde mağdur edilmiş olarak yanına giden bir fikir işçisine yaptığı aklıma geldi doğrusu. Şimdi bu kişi sizce samimi biri mi?  Bu kişiden memlekete bir fayda olur mu? Emin olun Ak Parti yarım ağız partiye davet etse Ak Parti savunucusu olur.

 

Yaşar Okuyan’ın kişisel hırsları dışında ülke adına bir duruşu olmadan bir makama gelme çabasından başka bir şey değil yaptığı.  O yüzden anca Ak Parti düşmanı ve Recep Tayyip Erdoğan düşmanı olur. Vatan Partisi’nden ne zaman ayrılacak doğrusu merak ediyorum. Yani Okuyan mı Okumayan mı olduğunu hep birlikte izleyeceğiz.