İnsanın kendini kandırması bazen iyidir, bazen kötüdür. İyidir insan kendi kendine moral verir, kötüdür sonra hayal kırıklığına uğrar. Ama öyle veya böyle sadece insanın kendisini bağlar.
Ama bir devletin, bir milletin kendisini kandırması faciadır, felakettir, çöküştür, parçalanıştır, yok oluştur.
Bir devlet diyorum, eğer millet varsa bir devlet vardır. Eğer millet yoksa o devlet devlet değildir, olsa olsa şirkettir veya holding. Millet milletliğini bilirse eğer, devlet de devletliğini bilir. Milleti devleti oluşturamaz, devleti millet oluşturur. Yani asıl olan millettir, devlet değildir.
Bu nedenle milletin her bir ferdi uyanık olmalıdır. Altını oyan düşmanlara stratejik ortak dememelidir. Vicdanı, şefkati, insan sevgisi sıfırlanmış siyasetçilerin ve onların generallerinin her istediklerine ‘’ Tamam hallederiz!’’ dememelidir. Teröristlerle iş birliği yapan, teröristlere silah ve mermi hediye eden yabancı devlet yetkililerine ‘’ Müttefikimizin liderleri! ’’dememelidir.
Eğer millet bu kadarını olsun yapamıyorsa, bu millet mahvolmaya, erimeye, kaybolmaya, silinmeye, yok olmaya mahkumdur. Millet kendisine temsilci olarak seçtiği siyasetçileri, yetkilileri, vekilleri yine kendisi yönlendirmelidir. Millet bu seçimini yaptıktan sonra ‘’ Tamam, gelecek seçime kadar gel beni inekmişim gibi güt, gel beni kuzuymuşum gibi otlat, havalandır!’’ anlayışına sahipse eğer, söz konusu millet inek ve kuzu olmaya mahkumdur.
Millet seçtiği temsilcilerini görevlendirdiği hizmetkarı, işçisi, kölesi gibi görmelidir. Çünkü parasını, maaşını milletin kendisi vermektedir. Millet temsilci diye seçtiklerinin saltanatına, israfına, kibrine, egosuna, ukalalığına müsaade etmemelidir.
Seneler önce, belki de 1980’li yıllarda belki de daha önce, Almanya’da askeri bir birliğin komutanına lise öğrencilerinin inceleme gezisi yapacakları okulun müdürü tarafından telefonla bildirilir. Askeri bölgenin komutanı general ‘’ Hay hay! Buyurun gelin ama bu hafta tatbikatımız var, isterseniz gelecek hafta gelin’’ der. Okul müdürü teşekkür eder ve tatbikat haftasında gelmelerinin kendilerine daha tanıtıcı olduğunu söyler ve o hafta gelirler. Bu telefon konuşmasına şahit olan Türk subaylarından birisi sorar ‘’ Burada bu işler bu kadar kolay mı? Üst makamlardan izin almak yok mu? Hiç olmazsa tatbikattan sonra izin verseydiniz!’’ der. Alman general gülümser ve’’ Böyle bir itiraza hakkım yok. Eğer savaş yoksa, isteyen vatandaşımız istediği zaman birliğimizi ziyaret eder. Burası bize değil, onlara ait. Maaşımızı ve buranın bütün maliyetini karşılayan o insanlardır ’’ der.
Ama bu konuşmayı yapan generalin de milletinden ve milletinin fertlerinden şüphesi yok! Eğer ülkede hainler, teröristler, sömürgeci ülkelerin taşeronları veya işbirlikçileri varsa eğer, elbette Alman generali gibi bol kepçeden ziyarete açılamazsınız! Ama milletin içindeki bu hain taşeronların asimile edilmeleri, sıfırlanmaları da yine milletin kabiliyetleri içinde mevcuttur.
Beş tane yüzleri poşu ile örtülü yeni yetme , kendilerine verilen 20 lira veya 20 dolar karşılığında İstanbul’un göbeğinde on, yirmi, otuz aracı kundaklayıp yakabiliyorsa, belediye otobüslerine Molotof atabiliyorsa ve bazı genç kızların yanarak ölümüne sebep olabiliyorsa ve millet hala ya sabır çekiyorsa, daha yoğun, daha derin ya sabır çekmelere de hazır olmalıdır.
Seçtikleri temsilcilerin asıl savcıları, asıl hakimleri, asıl müdürleri, asıl komutanları, asıl müfettişleri yine bu milletin kendisidir. Ama bunun için milletin dört dörtlük kafasını çalıştırması, dört dörtlük özgüvene sahip olması ve iki ihale için bin bir takla atmaması, yağcılık ve yalakalık yapmaması lazımdır.
Şimdi kendimizi hiç kandırmadan kendimize soralım; Bu milletin, şu milletin demiyorum. Herhangi bir milletin oluşturdukları devletin hangi devletle gerçek anlamda samimi dostluklar ve güven kurduğunu, geliştirdiğini ve devam ettirdiğini söyleyebiliriz? Menfaate dayalı olmayan tek bir devlet ilişkisi söyleyin bana! 7 yıldır çok yazdım, daha da yazacağım. Kişiler arasında; dini, mezhebi, milliyeti, mesleği, kültürü, eğitimi her ne olursa olsun; samimi dostluklar, sevgi, aşk, şefkat doğabilir, geliştirilebilir ve yaşanabilir. Ama devletler arası bu mümkün değildir. Çünkü devletleri idare etmekle görevlendirilen şahıslar, yani milletin hizmetkarları, o makamları saltanat makamları sanıyorlar ve kibirlerinin, egolarının esiri oluyorlar ve kendilerinin insan üstü bir varlıklar olduklarını hissetmeye başlıyorlar ve tüm milleti kendilerine biat etmiş köleler olarak görüyorlar. Diktatörlük, imparatorluk büyüsüne kapılıyorlar. Bu defa diğer devletlerin ,başka milletlerin temsilcileri ile aralarında adı konulmamış bir yarış başlıyor. ‘’ Ben senden daha dirayet ve daha hidayet sahibi bir imparatorum ve ben ne dersem o olacaktır!’’ yarışı! Hatta bu öyle boyuta ulaşıyor ki, başkalarının zoru ile yaptıkları boyun eğme işlerini bile ‘’ ben öyle istediğim için öyle yapıldı’’ diyebiliyorlar.’’ Köylü milletin efendisidir’’ ‘’ Milletin istiklalini yine milletin kendisi kurtaracaktır’’ sözlerini Mustafa Kemal Atatürk bilinçli olarak söylemiş. Heyecan olsun diye değil.
Millete hizmeti esas tutan, imparatorluk büyülerine kapılmayan temsilciler saltanattan ve israftan uzak dururlar. Kibirleri, egoları yoktur. Milletinin karşısında saygı, hürmet ile eğilirler. Milletini itip kakmazlar. Milletinden hiçbir şey saklamazlar. Milletinin tarihini bililer ve bu tarihin kahramanlarına, şehitlerine, gazilerine, kurucularına saygı ve hürmet ile sahip çıkarlar.
Temsilcilere oy vermek, onları seçmek demek ‘’ Sana bundan sonraki seçimlere kadar biat ediyorum. Bundan sonraki seçimlere kadar sen çobanımsın, ben senin sürünün bir ferdiyim. Öl de öleyim, iste benden donuma kadar vereyim, helal olsun sana ‘’anlamında değildir.
Olması gereken anlam şudur ‘’ Sana bundan sonraki seçimlere kadar oy verdim ama gözüm üstünde. En ufak bir yamuğunda alırım seni paçandan aşağı. Fiyakaya, kibre, egoya, saltanata kapılma ve sadece bana hizmet et! Göreyim seni koçum! Bana hizmet ettiğini ve her sıra dışı konuyu bana danışacağını sakın unutma! Yoksa senin gözünü oyarım!’’
Hangi yönetim şekli olursa olsun olayın aslı böyle olmalıdır. Ama eğer diktatörlük, faşizm, komünizm gibi milletin fertlerini kırbaçlayan, kurşuna dizen, asan, işkence eden, eksi 50 derecedeki ormanlarda ve maden ocaklarında zorla çalıştıran, hapishanelere uydurma suçlarla atan, milletin kızlarından, kadınlarından istediğinin ırzına geçen yönetimler söz konusu ise, o zaman ortada bir yönetim falan yok demektir. O zaman bu yönetimin hemen devrilmesi ve yönetenlerinden hesap sorulması gerekmektedir. O zaman yönettiğini sananlara gereken bedeller ödetilmedir.
Tüm bunları yaşadığım ülke için yazmıyorum. Rus, Alman, Amerikalı, Çinli, Türk, Ortodoks, Katolik, Yahudi, Buda ne fark eder? Hepimizi aynı Yaratan yaratmadı mı? Düşmanlıkları ve orman kanunlarını( güçlü hayvan güçsüz hayvanı yer) zaten hayvanlar kendi aralarında yaşıyorlar. Biz insanlar hala düşmanlıkları, din ve milliyet savaşlarını geride, birkaç asır öncesinde dram, trajedi tarihi olarak bırakamıyorsak o zaman medeniyetten, hümanizmden, bilimden bahsetmeye hakkımız mı var?