Kavga, uğraş, dalaş, mücadele, savaş, harp; adına her ne derseniz deyin bunlar oryantal oyun değildir. Bunlar mert, yiğit, kalbi temiz, Allah’tan veya adına her ne derseniz deyin, bizi yaratanın ilahi adaletinden korkularak, Onun yarattıklarına saygı duyularak yapılacak işlerdir.
Namertle, dolandırıcı ile, algı operasyonları alanında uzmanlaşmış insanlarla, psikolojik kampanyaların karasında ve grisinde ustalaşmış insan mühendisleri ile, toplumun çobanı olduğunu sanan kişilerle savaşamazsınız.
Çünkü onların silahlarına sahip değilsiniz. Nedir onların silahları? Onların silahları tekme, tokat, yumruk, kılıç, hançer, tabanca, top, tüfek değildir, onların silahları tanklar ve uzun menzilli topları olan muhripler, hücumbotlar değildir. Onların silahları cesaret, yiğitlik, yürek ve bilek değildir.
Onlar yalanı, iftirayı,’’ Çamur at izi kalsın’’ sloganını kendilerine silah yapmışlar. Onlar baktıklarını değil, görmek istediklerini görüyorlar ve gördürüyorlar. Onlar hayvan tezeklerine de baksa, kuru samanlara da baksa, yılanın gözlerinin içine de baksa ‘’ işte hazinemiz , işte cennet bahçelerimiz burada’’ diyorlar. Kafalarına, ruhlarına nakış gibi işledikleri toplumun bireylerine de öyle algılatıyorlar.
Onlar için hakikat diye, doğru diye, uygun diye, yakışır diye bir kavram yoktur. Onların kavramları sadece iki kelimeden ibarettir. Al, götür! Başka kavramları yoktur onların. Al, götür!
Eskiler boşuna dememişler. Namert dostun olacağına mert düşmanın olsun! Mert insanın, yiğit insanın düşmanlığı bile haz verir insana. Canını bile alsa fazla koymaz sana. Ama namert insanların, yiğit geçinen namertlerin gülümsediklerini sandıkları sırıtmaları bile batar insana. Selam vermelerinde bile sinsi bir hesap, yüklü bir riya, ince bir yatırım mevcuttur. Tilkinin tavşana selam vermesi gibidir.
İşte bu yüzden bu döneme, geleceğin tarihçileri, kaypaklık, kumpas dönemi olarak isim koyacaktır. Mağara devri, yontma taş devri, cilalı taş devrinden daha da ilkel bir çağdır bu. Siz bakmayın o süslü tabletlerinize, sakın aldanmayın pembe kapaklı ve anında İnternete giren cep telefonlarınıza. Bu çağ cehaletin, yobazlığın, salaklığın, kaypaklığın, hırsızlığın, dalavere ustalıklarının, kumpasın, iftiranın, ego şişirmenin, kibir pompalamanın, yalakalığın; tavan yaptığı, zirveye ulaştığı bir çağdır.
Kim bilir belki de asli dünyamız burası değildir de, zaman kayması olmuştur ve paralel bir alemde, paralel bir mekanda yaşıyoruzdur! Bilemeyiz! Araştırsın bilim adamları! Ben bir tez atarım ortaya! Delil isterseniz bulursunuz. Çünkü birçok kumpas davasında ‘’ delil bulun, deliller icat edin getirin, delilsiz olmaz’’ dediler. Şahit derseniz size sivrisineklerin kadar vicdanı olmayan insanlar yalan yere elbette şahitlik yapar.
Sivrisinek demişken; sivrisinekleri avlamanın bile raconu vardır. Kulağınızın dibinde ‘’vız’’ yaparken kafanızı yana çeker iki elinizi onu ezecek şekilde alkışlar gibi şaklatırsınız. Ama asla kendi kulağınıza tokat atılmaz. Çünkü ya kulak patlar veya o basınçla birlikte ile kulak zarı delinerek iç kulağa kaçan sivrisinek insanı çıldırtarak öldürür. Yani manevra yapacaksın. Reflekslerin kuvvetli olacaktır. Bu mertçe olan yoldur. Namertçe olan yol ise, basarsınız püskürtmeli kimyasal zehri odaya ve hem sivrisinek, hem de siz zehirlenirsiniz. Sivrisinek ölür ama siz bunu çok tekrar ederseniz astım veya kanser olursunuz.
Ama mertliğe de, namertliğe de gerek kalmadan uygulanacak akıllı, insana yakışır yöntemler vardır. Evler, sokaklar temiz olursa eğer ve pencereler, kapılar düzgün, çağa uygun olursa; sivrisinek ve sülalesi bizi rahatsız etmez. Ama bu alemde sivrisinek gerçeği varsa, ormanlardaki, şehir dışlarındaki bataklıkları da sakın ola kurutmamak gerekir ki, sivrisineklere, kurbağalara, yılanlara hayat hakkı tanımamak gibi bir gaflete düşmeyelim. Onlarda orada kendi yağları ile kavrulup geçinsinler. Yani kim nerede layıksa orada yaşasın. Burada söylemek istediğim sivrisineklerle mücadele yöntemleri değildir efendim. Çünkü ister sivrisinekler, isterse fillerle olsun, savaş savaştır, kavga kavgadır. Hepsinde risk, tehlike, nefret, kin, intikam, öfke, kibir, ego mevcuttur. Aslanın ceylanın kovalamasında mertlik vardır. Hızlı koşan kazansın! Ama yılanın sessizce ve sürünerek kendisine süt veren bakıcısını sokması mertlik olamaz!
Çok adil görünenler, çok olgun ve kamil insan ayaklarına yatanlar, çok anlayışlı ve hoş görülü, merhamet ve vicdan sahibiymiş gibi algı operasyonları düzenleyenler; sürekli olarak insanların zekalarını, akıllarını, duygularını ve düşüncelerini küçümsüyorlar. Buna ne diyeceğiz?
Bedensel olarak, yaratılış olarak eksik veya farklı yaratılanlara karşı çok müşfik ama kendinden gayrı her canlıya karşı çok kibirli ve özellikle de kendinden gayrı insanların zekalarını, akıllarını ve duygularını yok sayar gibi davranış biçimleri gösterenlere ne diyeceksiniz?
Çok cesur gibi görünen Sezar, Büyük İskender, Napolyon, Hitler, Stalin, Hitler, Mao, Rus çarları, Osmanlı Padişahları, Amerika ve İngiltere, Almanya, Fransa devlet başkanları ; yüzlerce, binlerce koruma orduları arasında caka satarak bir ömür sürdüler, sürüyorlar ama Mustafa Kemal Atatürk köşkten yaverinden kaçarak, gizlice kendisini doğaya, bağlara, bahçelere, halkının arasına karışıyordu.
Hangisi cesaret? Bırakın haklı olduğunu sananlar haklı olduklarına inanmaya devam etsinler!
Bu yüzden artık kavga etmeyelim arkadaş! Tüm kavgaları, tüm mücadeleyi bundan böyle bu dünyanın değerli savcılarına, yargıçlarına, polislerine, askerlerine, gazetecilerine bırakalım. İşini doğru yapana, onun bunun oyuncağı olmadan işini doğru yapana değerli diyoruz.
Bırakalım sivrisinekler fillerle alay etsin, bırakalım solucanlar kobra yılanları ile kafa bulsun, boş verin serçelerin kartalları ti’ye almasını, boş verin yerde çürüyen dikenler, sigara izmaritleri, hayvan dışkıları dile gelsin ve ıhlamurlara, güllere laf atsınlar ‘’ biz daha güzel kokuyoruz’’ diye. Ne çıkar? Fino köpeği havlasın size, karga arkanızdan ‘’ gak gak ‘’ diye sövsün, küfretsin, hakaret etsin. Önemi yok! Köpek köpekliğini yapsın, karga kargalığını yerine getirsin. Önemli olan siz insanlığınızı yerine getiriyor musunuz? Görünümlere de sakın aldanmayın! İnsan görünümünde olabilir ama değildir, hayvan görünümünde olabilir ama başka bir şeydir. Hatta taş sanırsınız, ağaç sanırsınız ama çok farklıdır.
Kavga, dövüş yok artık. Sinirlenmek yok. Bu işleri muvazzaf savcılara, muvazzaf yargıçlara, muvazzaf askerlere, muvazzaf polislere ve muvazzaf gazetecilere bıraktık.
Muvazzaf sanatçılar da sadece sanat yapsın.
Korku, şiddet, öfke sanatın içinde olmasın artık.
Siyasetin içindeki öfkeler, korkular , şiddetler zaten çok fazla değil mi arkadaş? Bir de siz niye üretiyorsunuz? Korku romanları, şiddet filmleri, gergin müzikler yapmayın artık.
Hey televizyondaki haberci kardeş! Sen de sadece haberini ver! Yorum yapma, öğüt verme! Ders verir gibi, bizi eğitir gibi tabirler kullanmayın artık!
Yavaş, sakin, saygılı, ölçülü, dengeli, gülümseyerek, samimi, içten…
Size basit bir örnek; Aynı şarkıyı öfkeli bir şarkıcıdan dinlediğimde geriliyorum, başka romantik bir şarkıcıdan dinlediğimde hüzünleniyorum ve ağlayacak gibi oluyorum, daha başka şarkıcıdan dinlediğimde dinleniyorum. Şarkı aynı ama yorumlar farklı. Şarkı ve şarkıcı ismi vermedim ki kimse darılmasın, gücenmesin.
İşte o zaman belki, kışın çok üşüdüğümüzde ve sığınacak yerimiz olmadığında içlerine girip sığınacak kadar temiz olan İsviçre’deki çöp kutularını (sandık, varil, istasyon, bidon, ne derseniz deyin) kendi ülkemizde de oluşturacak seviyelere gelebiliriz diye düşünüyorum. Şimdi, şu anda gelemeyiz çünkü niyetlerimiz kirli. Çünkü ruhlarımızda şiddet, öfke, intikam duyguları hakim. Çünkü ekmeksiz , havasız, susuz, sevgisiz yaşayabilen ama düşmansız, nefretsiz yaşayamayan toplumlar haline geldik.
Niyetlerimiz kirli olduğun için yazın çöp varillerinin 5 metre yakınından geçemeyiz, zehirlenir gibi oluyoruz, lağım gibi kokularla karşılaşıyoruz zavallı burunlarımız.
Yavaş olalım artık, sakin. Sakin olmadığımız için sapla saman, şapla şeker birbirine karışıyor.
Asıl hedefi unutuyoruz ve atışlarımızı hep ıskalıyoruz, hep karavana!
Sakin, yavaş ama vakit kaybetmeden, oyalanmadan arkadaş…Ve lafın özü şu; Önce hedefin ne olduğunu ve gerekçelerini tüm insanoğlunun anlaması için görev yapalım ve bunun için para, makam, ün, yetki, rütbe beklemeyelim. En iyi görev de şimdilik kimse kimseye sataşmasın!
Zaman hayatta kalma ve yaraları sarma, güç toplama zamanıdır. Japon amirali Togo ‘’ Miğferleri zaferden sonra daha sıkı bağlayın’’ demiş. Ey henüz zafer bile kazanmayanlar, sürekli mağlup olanlar, bu zafer naraları niçin? Bu kutlamalar, bu haykırmalar neden?
www.tarazastana.com