TÜRKİYE hızla ‘iki başlı’ bir sisteme doğru yol alıyor: Yürütme erkinin başında halkın seçtiği ‘yetkisiz’ fakat güçlü bir cumhurbaşkanı ve yine halkın seçtiği güçlü başbakan bulunacak! Buna olsa olsa ‘kaotik’ bir parlamenter sistem denilebilir. Öyleyse başkanlık sistemine geçelim mi?

İki başlılık konusunda en gerçekçi değerlendirmeyi, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım yaptı. “Anayasa’daki yetkileri net olarak belirlensin ki çatışma ihtimali azalsın” dedi, doğru... Fakat yetki tanımları ne kadar net olursa olsun, siyasi güçleri çatışabilir. Binali Bey’in bu konuda önerdiği çözüm, “yarı başkanlık” sistemidir. Yani yürütme yetkilerinin cumhurbaşkanında toplanması, ama bir de düşük profilli bir başbakan olması. Yarı başkanlık ayrı bir tartışma konusudur.

Başbakan’ın Başdanışmanlarından siyaset bilimci Yalçın Akdoğan da bu konuda bir yazı yazdı: Parlamenter sistemlerde var olan sembolik cumhurbaşkanı ve yetkili başbakan şeklindeki iki başlılığın, cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle daha da derinleşeceğini belirtti, haklı olarak... Akdoğan, “tartışalım” diyerek başkanlık sistemini öneriyor.

Parlamenter sistemde iki başlılık

Evvela şunu belirteyim: Parlamenter sistemde yürütmenin başında evet bir “sorumsuz, tarafsız ve sembolik cumhurbaşkanı” ve bir de “sorumlu, yetkili ve parti lideri başbakan” vardır. Ama bu şekildeki iki başlılık sırf başbakanın siyasi gücünü “dengelemek” içindir; yoksa, yürütmenin asıl ‘icrai’ başı başbakandır.

Nitekim Cumhurbaşkanı Sezer’le Başbakan Erdoğan da çatıştılar ama asıl yetki şüphesiz Erdoğan’daydı. Onun için parlamenter sistemdeki iki başlılık “sembolik”tir.

Fakat cumhurbaşkanını halk seçtiğinde bu iki başlılık Akdoğan’ın söylediği gibi “derinleşecek”, ciddi boyutlara tırmanabilecektir.

Sorun bir arızadan çıktı

Parlamenter sistemimizde cumhurbaşkanını halkın seçmesi hükmü, bir “arıza”nın eseri olarak anayasamıza girmiştir: Mayıs 2007’de Cumhurbaşkanı Sezer ve Anayasa Mahkemesi, Meclis’in Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçmesini engelledi. AK Parti’nin buna düşündüğü çözüm, seçim beyannamesinde belirtildiği gibi, “parlamenter sistemi esas alarak” cumhurbaşkanının yetkilerini azaltmaktı...

Yani AKP’ye göre Türkiye’ye uygun olan, parlamenter sistemdi!

Fakat siyasi hadiseler öyle gelişti ki, AK Parti’nin önerisiyle, Ekim 2007’deki referandumda cumhurbaşkanını halkın seçmesi kabul edildi. Bu arada Gül de ağustosta Meclis tarafından cumhurbaşkanı seçilmişti.

Sezer’in engelleme çabası ve Anayasa Mahkemesi’nin bir skandal olan “367 kararı” ile ortaya çıkan “arıza” olmasaydı, ne AK Parti’nin aklında başkanlık sistemi vardı, ne de önümüzdeki iki başlılık sorunu ortaya çıkacaktı.

Bir “arıza”dan hareketle sistem değiştirmeyi ben doğru bulmuyorum.

İşleyen parlamenter sistem

Çözüm ne olabilir? Parlamenter sisteme göre cumhurbaşkanının yetkilerini azaltmak, bugün “rasyonel” bir düşünce olsa da “gerçekçi” değildir: Tayyip Erdoğan’ın sembolik bir cumhurbaşkanı olmasını kim “gerçekçi” bulabilir.

Fakat durum budur diye, şimdi de “başkanlık sistemi” gibi ağır bir ameliyata kalkmanın manası yoktur. Meclis’ten geçeceğine de ihtimal vermiyorum, temenni de etmiyorum.

İş kalıyor, iyi niyete: Erdoğan’la Gül’ün bugüne kadar sürdürdükleri ilişki tarzını, makam değiştirerek sürdürmeleri... Ve sakin bir zamanda, Meclis’te ‘ortak akıl’ üretilebilecek bir konjonktürde, “işleyen bir parlamenter sistem” restorasyonu yapılması.

(Hürriyet)