Muhalefet partileri, ‘boykotun’ yani küsmenin veya ‘kişiselleştirmenin’ yani hakaretin “siyaset” olduğunu düşündükçe, muhatapsız kalan Başbakan’ın da üslubunu sertleştirmesinden başka bir şey beklenemez.

Daha ortaokul öğrencisiydim. Merhum Turgut Özal televizyonlara çıktığı zaman o yaşımda siyasetle hiç alakam olmadığı halde pür dikkat dinlerdim.  “Güleryüzlü siyasetçi”  imgesini zihnimde oluşturan ilk lider Özal’dı.

Özal’dan sonra pek çok siyasetçi geldi geçti. Hatta kadın başbakanımız bile oldu ama hiçbirini doğru dürüst gülerken görmedim. Demirel’in adını duyduğumda ya da kendisini ekranlardan gördüğümde “demir” metali gelirdi aklıma direkt.

Rahmetli Erbakan Hoca’ya bir parantez açmak gerek ama. O kendisine hakaret edenlere bile nezaketle yaklaşırdı, hep mütebessim bir ifadesi vardı ve onun tarzı da böyleydi.

Sonra merhum Ecevit’i ve Türkeş’i  hatırlayalım. Onları da pek gülreken göremezdik. Keza Baykal da öyle gülen bir siyasetçi değildi.  Özellikle Bahçeli ve Demirtaş’ın da hiç güldüğüne şahit olmadım.

Tabi bir de Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül var. Cumhurbaşkanımız siyasette iken de güleryüzlü bir insandı, Cumhurbaşkanı olduktan sonra da güleryüzünü hiç eksik etmedi.  Hele Gül’ün selefi Ahmet Necdet Sezer’i düşününce... Neyse kıyas bile kabul etmez bu durum.

Kısacası genel olarak bizim Türk siyaseti güleryüzlü bir siyaset değil.

Gelelim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a.

Siyasete çok zorlu başladı Erdoğan. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken şiir okudu diye hapse atıldı. Daha sonra Refah Partisi ile anlaşmazlık yaşadı. Sonra ayrılıp AK Parti’yi kurdu ama bu defa da seçilme yasağı çıkardılar önüne. Özetle Başbakan olana kadar çok zorlu bir dönemden geçti Erdoğan.

Lakin asıl zorlu dönemin Başbakan olduktan sonra olacağının da farkındaydı Erdoğan.  Ciddi mücadeleler verdi medya ile derin devlet ile sermaye grupları ile ve muhalefet edemeyen muhalefetle.

Siyaseten çözüm üretme görevi siyasal partilerindir.

Çözümün yolu dağda, şiddette, boykotta, küsmekte falan değildir.

Ancak 2011 seçimlerinden bu yana tutuklu vekiller konusunda veya 12 Eylül referandumu gibi konularda muhalefet partilerini çözüm üretmek için Meclis’e gelmek yerine hep Meclis’i boykot ederken gördük.

Meclis’te muhatap bulamayan Başbakan’ın sokaklardan, eylemlerden kendisine hakaretvari eleştiriler yöneltenlere verdiği yanıtlar da sert oluyor haliyle.

Niye çünkü güzel bir üslupla Meclis çatısı altında “muhalefet” eden, hakkı teslim eden, doğruya doğru, yanlışa yanlış diyecek hakkaniyetli bir muhalefet yok ortada.

Ya tüm eleştirilerini en yüksek tondan bağırarak gösteriyorlar ya da eleştiri altında meseleleri kişiselleştirme yoluna gidiyorlar.

Örneğin geçenlerde oyuncu Tamer Karadağlı bile bu duruma isyan edip saygısızlığın boyutunu eleştiryordu. Hatta hiç AK Parti’ye oy vermediği halde,  muhalefet liderlerinin en azından Başbakan’ın makamına saygı duyarak Başbakan’a hakaret etmemesini istiyordu.

Muhalefet partileri, ‘boykotun’ yani küsmenin veya ‘kişiselleştirmenin’ yani hakaretin “siyaset” olduğunu düşündükçe, muhatapsız kalan Başbakan’ın da üslubunu sertleştirmesinden başka bir şey beklenemez.  

Yani Erdoğan’ın öfkesi büyük de diğer liderlerin hepsi “Soft power” yumuşak güç sanki(!)

Yoksa siyaseti takip ederken gerim gerim gerilmeyi hiçbirimiz istemeyiz. En aznıdan kendi adıma söyleyeyim, yumuşak üslupta, huzur içinde bir siyaset görmek çok da hoşuma gider.

Ama maalesef durum bu ve bir süre daha siyasette “Oh çok sert!” demeye devam edeceğiz... 

Meryem GAYBERİ / ROTAHABER

[email protected]

www.twitter.com/meryemgayberi