“Birileri siyasetle uğraşır ,birileri konuşur,birileri ticaret yapar,birileri yazar
Sizin sayenizdedir bu fani alemdeki konukluğumuz ey kahramanlar
Nedense bunu unuturlar şu balık hafızalı insanoğlu insanlar
Toprak utansın,su utansın,hava utansın,ateş utansın gayrı yeridir
Eğer yetimlik,öksüzlük çekiyorsa bir şehidin emaneti olan yavrular”
Vedat KUŞAKLI
Cep telefonuna, İnternete, televizyona, kredi kartına, pasaporta, nüfus cüzdanına, silaha ihtiyacı yoktu artık. Arabasının anahtarlarını, garnizon güvenlik tanıtım kartını taşımıyordu artık. Aynaya baktı. Üniformasını düzeltmek istedi. Ama üniforması yoktu. Saçına, sakalına bakmak istedi, kılığını ,kıyafetini düzeltmek istedi. Aynada hiç kimse yoktu ama orada olduğunu biliyordu. Postallar yoktu ve spor ayakkabısından çok daha rahat ayakkabılar olduğunu hissetti ayaklarında, ama ayaklarını göremedi. Sonra anladı durumunu, bedeni yoktu, bedensiz bir ruhtu artık. Duvar, kapı, pencere onun için bir engel değildi. Nereye, nereden isterse gidiyordu, ulaşıyordu.
Sonra sarsıldığını hissetti, bir varlık onu sarsıyordu. Bir an bedenini gördü ama bedenini ıslak, kırmızı bir sıvı boyamıştı.’’ Kan!’’ diye mırıldandı. Onu sarsan varlık şimdi kulağına şefkatle fısıldıyordu
-Yüzbaşım, dayanın komutanım, üç kurşun yediniz, tepedeki binada, Sırp keskin nişancı vurdu! Ama Keskin nişancıyı da ben indirdim, hem de tek kurşunla ve tam boğazından!
Gördü kulağına fısıldayan silah arkadaşını! Başçavuş Kağan! Gülümsedi Ona.
-Sırp keskin nişancı, Iraklı terörist, İngiliz istihbaratçı, Rus ajan, Amerikan cephane konvoyu, angajman kuralı, kozmik evrak ve daha bir çok ifadenin anlamı yoktu artık. Kağan başçavuşa son bir şey söylemek istedi ama artık başçavuşun sesi duyulmuyordu ve yanında yoktu, yalnızdı artık, tek başınaydı. Karısı Zeynep’i ve 2 yaşındaki kızı Ayşe’yi özledi birden ama onlara nasıl ulaşacağını bilmiyordu. Bedeni, ayakları ,arabası, cep telefonu yoktu. Sadece duygular, sadece özlem, sadece hüzün, sadece ayrılık tadı vardı algıladığı. Öfke, kin, nefret, intikam, hırs, hınç ,düşmanlık gibi duygular akan kanı ile birlikte yıkanıp gitmişti. Türk, Müslüman, asker, subay, yüzbaşı olduğunun en küçük bir önemi kalmamıştı, yalnız bir insandı. Genç, ihtiyar, çocuk olup olmadığını bile algılayamıyordu. Sonra yükseldiğini hissetti. Gökyüzü aydınlanmıştı. Gökyüzünde neon lambaları, havai fişekler gibi ışık patlamaları, bayram şenlikleri yaşanıyordu. Milyonlarca gök kuşağı göğü sarmıştı. Zeynep’i ve Ayşe’yi tekrar özledi.
Işık patlamalarına doğru yükseldi. Şimdi ışıkların arasında dolaşıyordu ve içinde tarifi imkansız bir huzur vardı. Işıkların ardında, rengarenk fişek patlamalarının üstünde ne var diye merak etti, biraz daha yükseldi, masmavi bulutların arasına daldı, ışıklar alçakta, altındaki uzak menzilde kalmıştı. Masmavi ,okyanus dibi gibi bulutlarda dolaşmaya başladı ama yalnızdı, tek başınaydı, hasret düğümleri boğuyordu ruhunun derinliklerini.
Daha da yükselmesi söylendi. Kim, nasıl, nerede, niçin söyledi bilmiyordu ama bir varlığın kendisini daha da yukarılara çağırdığını hissediyordu. Bu çağrıya cevap verdi. Sonra annesini, babasını fark etti. Çok küçükken kaybettiği ,teröristlerin bombalı tuzaklarında 105 vatandaş ile birlikte ölen annesini, babasını fark etti. İkisi de bir yıldızı işaret ediyordu. Parlak, ılık, hoş bir yıldızdı. Babası ‘’ senin yeni bedenin işte budur evladım’’ dedi. Annesi de ‘’sağındaki iki yıldız da babanla benim ruhumu barındırıyor güzel çocuğum’’ dedi.
Kartal Yüzbaşı annesine, babasına sarıldı, bedeni yoktu ama bedenli halinden daha sıcak, daha mutlu bir sarılmalıydı bu ve sordu annesi ile babasına’’ Ben şimdi öldüm mü anne? burası öbür dünya mı baba?’’
Annesi sevgi ve şefkat fışkıran sesi ile derin bir kaynaktan, gizli ve kuvvetli bir ses düzeninden konuşuyormuş gibi cevapladı
-Hayır oğlum ölmedin, uyandın, hakikate döndün, aslına iltica ettin.
Oğlu ağlamaklı cevap verdi
-Ben karımı ve kızımı seviyorum anne, siz babamla beni bıraktığınızda çok fena olmuştum, öksüzlüğün ve yetimliğin tekmelerini, tokatlarını, yumruklarını her gün yemiştim, şimdi aynı dayakları aşağıdaki acımasız hayat ve insafsız insanoğulları onlara atacaklar, vuracaklar onlara, onların yanında olmalıyım, korumalıyım onları, yoksa sizin yanınızda olmak çok güzel
Bu defa babası cevap verdi
-Merak etme oğlum! Bizi aşağıda kısa bir süre uyutan ve sonra uyandırıp bizi buraya yerleştiren en büyük sahip, gerekeni yapacaktır.
Onlar konuşurken aşağıda kibrit kutuları kadar zorlukla görünen mavi bulutların arasında bir hareketlenme oldu, birisi yükseliyordu göğe, yükseldi, yükseldi ve yanlarına kadar gelip durdu
Gelen başçavuş Kağan’dı. Hala bağırıyordu. Sesi ile değil, ruhu ile bağırıyordu ve dünya denilen fani çamur deryasında uykuda olanlar değil, hakikate gözlerini açmış olanlar duyabiliyordu Kağan başçavuşu
-Topunuz gelin ulan! Yedi sülalenizle, bin bir akrabanızla gelin! Hepinize bir Kağan Astsubay, Bir Kartal Yüzbaşı yeter! Allah belanızı versin satılmış katiller! Hepinizi geberteceğim pis caniler! Kendi çocuklarınızı rehin alan zavallı sülüklersiniz siz!
Kartal mevzide olduğu gibi yine bağırdı sağ kolu olan deli adama
-Bağırma lan Allah’ın delisi! Biz nöbet devir teslimini kanımızla yaptık ve emekli olduk!
Kağan Astsubay Kartal yüzbaşıya ruhu ile sarıldı
-Cebinizde kızınıza ve Zeynep yengeme yazdığınız mektubu bana veriyordunuz, o anda arka binadan birisinin kör kurşunu sol böğrüme girdi ama mektubunuzu Süleyman asteğmene vermeden yere düşmedim. Ben kimseye mektup bırakamadım, çünkü mektup bırakabileceğim kimse kalmadı aşağıda, hepsi daha ben çocuk iken benden önce geldiler buralara ve evlenmeye hep korktum, eğer aşağıda kalsaydınız sadece size bir mektup bırakmak isterdim. Bu i….nelerin hepsini temizleyip öyle gelmek isterdim buraya ama olmadı be komutanım!
Sonra çok derinlerden, gaipten, çok keskin ve Davudi bir ses yankılandı
-Hak uğruna, doğru yolda can veren asil ruhlar! Başkalarının aşağıda birkaç nefes daha alıp vermeleri için, birkaç lokma daha yemeleri için, birkaç yudum daha su içmeleri için kendinizden vazgeçtiniz! Bundan sonra sonsuza kadar saygı, şefkat, sevgi, dostluk bulacaksınız burada !