Yanlış olarak başkanlık diye adlandırdığımız sistemi tartışmamız evlere şenlik.
Her şeyden önce, tutturmuşuz “başkanlık sistemi” diye. Ama aslında muradımız en parlak örneğini ABD’de gördüğümüz “başkanlık” düzeni değil.
Bu sistemi nasıl adlandırmalı?
Kimileri kibarca “yarı başkanlık” olarak adlandırıyorlar modeli. Daha açık sözlü olup sistemin kişiye odaklanmış mekanizmasını daha iyi ortaya koymak isteyenler ise “başkancı”yı yeğliyorlar.
Bu tartışmada yer alanların hemen hepsi, başkancı sistemler ile başkanlık sistemlerin görünüşteki benzerliklerine karşın ayrılıklarının daha büyük olduğunu, birincinin ABD’deki uygulamasının, demokratik sistemlerden biri olarak dünya literatüründe yer almasına karşılık, ikincilerin, birincideki denge mekanizmalarına sahip olamaması yüzünden daha çok otoriter, totaliter çizgide konumlandığını söylüyorlar.
Burada sihirli anayasa ve sistem saplantılarından uzak durmak gerek.
Gerçekten de, bir ülkenin demokrasi düzeyini saptayan tek başına ne anayasasının mükemmeliyet (zaten mükemmel anayasa yoktur) derecesi, ne de sistemdir.
***
Bir ülkenin demokrasi düzeyi halkının demokrasi kültür, gelenek ve bilinciyle orantılıdır.
Zaten demokrasinin gerçek güvencesi de, işte, saydığımız öğelerdir.
Latin Amerika’da dikta kılıfı olan başkancı sistem Fransa’da değişik sonuç vermiştir.
Bir zamanlar hukukçu ve siyaset bilimcilerin, “General De Gaulle için biçilmiş giysi” diye tarif ettikleri 1958 Anayasası Maurice Duverger’nin, bir çağdaş diktatörün sahip olabileceği tüm yetkiler diye tanımladığı cumhurbaşkanına olağanüstü durumlarda, olağanüstü yetkiler veren 16. maddesine karşın, Beşinci Cumhuriyet demokrasi sınırlarının dışına taşmamıştır.
Yine sistemin gereği, muhtemel bir yasama ile hükümetin cumhurbaşkanı ile ayrı çoğunluktan olmaları halinde işleyişin tıkanması tehlikesi, üç kez yaşanmış (1986-88, 1993-95 ve 1997-2002) ve her üçünde de “Cohabitaton” denen formülle aşılmıştır.
Bütün bu hususların büyük aksaklıklar doğurmadan aşılabilmelerini “başkancı” düzenin özgün düzenlemelerine değil, Fransa’nın demokrasi kültür ve geleneklerine borçlu olduğumuzu söylemek gerek.
Aynı kurumlar Türkiye’de uygulanırsa ne olur, varın siz düşünün bir!
***
Bütün sorunları sihirli bir değnek değmişçesine çözecek bir sistem veya anayasa arayışlarının nafileliğini görürken, Tayyip Erdoğan’a haksızlık yapmayalım ve başkanlık sistemi tartışmasının ilk kez onun döneminde gündeme geldiğini sanmayalım. Bu tartışmalar, demokrasi konusundaki söylemleri farklı bile olsa eylemleri özde ondan pek farklı olmayan Turgut Özal, hatta demokrasi konusunda, daha çağdaş bir çizgide olan Demirel tarafından da, gündeme getirilmişti.
Ancak bir noktayı ıskalamayalım:
Başkanlık tartışmalarının Fransa’da gündeme gelmesinin nedeni Dördüncü Cumhuriyet’in yıllar süren istikrarsızlık dönemlerine karşı istikrar arayışı olmuştu.
Demirel de, başkanlık sistemini koalisyonlara karşı istikrar güvencesi olarak sunuyordu.
Ama Tayyip Bey öyle mi?
O Türkiye’nin şimdiye kadar gördüğü en güçlü iktidardır. Türkiye’de koalisyon kırılganlığı diye bir konu yoktur gündemde.
Günümüzde Başkanlık sistemi, Çankaya’ya çıkmak isteyen Erdoğan’ın bedenine ve tutkusuna uygun bir kaftan biçilmesi kaygısıyla öne sürülmektedir.
Böylece “Başbakan Baba” sistemi, “Başkan Baba” sistemine dönüşecek ve tabii ki bu sürecin hiçbir yerinde de demokrasinin katresi olmayacaktır.
(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)