Sevgili,
Yedikule’den sahil yoluna dönmüş, Sirkeci istikametinde gidiyorduk. Kumkapı’da balıkçıların önüne geldiğimizde uzaktan, tezgâhlara düşmüş ilk palamutları gördüm.
“Çok şükür”, dedim kendi kendime, bu yıl da palamudu gördük, acaba lüferi de görür müyüz, yoksa geçen yılki gibi mi olur ya da maazallah daha beteri mi?”
O sırada Mine düşüncelerimden sıyırdı beni:
- Sen eve devam et, park yeri bulunmaz, ben listedekileri alıp taksiyle eve gelirim.
Onu Sirkeci’de bıraktım, Mahmutpaşa, Sultanhamam’ı dolaşıp, biraz önce elime tutuşturulan listedekileri alacaktı.
Düşündüm, okulların açılmasına az kaldığına göre, onunla birlikte birçok anne de pike, çarşaf, havlu, terlik, pijama, iç çamaşırı, diş macunu, diş fırçası gibi kendi listelerinde olanları alacaklardı.
Birden 2012 Eylülü’nden 1946 Eylülü’ne gidiverdim. O zamanlar, adıyla “Rahşan” diye çağırdığım (yaşlarımız birlikte büyüdükçe, Rahşan, Rahşan Hanım’a dönüştü. Anne ise evin büyüğü olan anneannemdi) 27 yaşındaki öğretmen Rahşan Hanım, Galatasaray Okulu idaresinin eline tutuşturduğu listeye bakarak, Mine’nin 66 yıl sonra arşınlayacağı kaldırımları adımlıyordu.
Tek başına yetiştirmek zorunda olduğu oğlu, ilkokuldan Galatasaray’a yatılı girecekti.
***
Tabii o zamanlar bilemezdim, listedekileri güçlükle alabildiğini, ama birkaç ay sonra, mehtaplı bir gecede, Boğaz kıyısındaki okulun yemekhanesinde elimden düşürüp, kırdığım sürahinin parasını ödemek yerine, aynını getirip idareye verdiğime göre, mali durumumuzun pek parlak olmadığını çıkarabiliyorum.
Yatakhanede uyuduğum ilk gecenin sabahından en çarpıcı izlenimim, diş macunu kokusu olduğuna göre, mutlaka Radyolin marka olan (o zaman başkası yoktu ki) diş macunu ile diş fırçasının da unutulmadığından emin olabilirim.
Tabii benim bu listedeki malların alışverişi faslından haberim yoktu, başıma gelecek olanların da henüz farkında değildim.
Aradan yarım yüzyıla yakın zaman geçtiğine göre yaşamımın en güzel bölümünden, düşler dünyamdan kopup, geri dönülmez yola girmeden önceki günlerde ne düşündüğümü anımsamıyorum.
Yalnızca ilk günün trajik kopuş sahnesini, ertesi günün lavabolardaki kesif diş macunu kokusunu ve salı gecesi, kimseye çaktırmadan, yorganı başıma çekip ağlamamı hatırlıyorum.
Yatılı ilkokul anılarım içinde, en unutmadıklarım arasında, hastalandığımda revire kaldırıldığım dönemler vardır.
***
Hastalık benim için eve gitmek umuduydu. Eğer İstanbul’da oturuyorlarsa, çoğunlukla hastalanıp revire kaldırılan çocukları velileri alıp eve götürürlerdi.
Ben de annemin gelip beni eve götürmesini beklerdim. Okuldan çıkış saatini kafamda hesaplar, sonra ona tramvayla Ortaköy’e gelişi ekler ve kulağım caddede, gelen vasıta seslerini dinlerdim.
Ama annem gelmezdi.
Ona göre gündüz saatleri boş ve soğuk evde kalacağıma, sağlığım açısından, okulun reviri daha iyiydi.
Bütün bunlar 65 - 66 yıl önceki anılar.
Okul da, okula başlarken annemin eline tutuşturulan liste de çok eskide kaldı.
66 yıl sonra, Mine’nin aynı semtleri gezerek, içindekileri aldığı kâğıt ise Rahşan Hanım’ın Balıklı Rum Hastanesi Geriatri bölümüne yatırılması öncesi hastane idaresinin bana verdiği listeydi.
66 yıl önce oğlunun okul listesindeki siparişleri almaya çalışan genç öğretmen, serumla beslenen yatalak bir ihtiyardır artık.
İki liste arasına 66 yıl ve nice ömürler sığdı.
Belki 66 yıl sonra, bugünlerde oğlunun okul listesinin siparişlerini yerine getirmeye çalışan bir annenin hastane listesini, bu kez kendi de yaşlı olmuş olan oğlu tedarikleyecek ve böylece yıllar ile listeler hep birbirlerini kovalayacaklar.
Hayat bu!
(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)