22 Haziran günü, Türk Hava Kuvvetleri’nin Malatya Hava Üssü’nden kalkan RF4E tipi uçağı Akdeniz üzerinde düştü.
Türk tarafından ilk yapılan açıklama, uçağın uluslararası hava sahasında uçarken, bir Suriye füzesi tarafından, ikaz edilmeden düşürüldüğüydü.
Olay, zaten gerginin ötesinde bozuk olan iki ülke ilişkilerinin daha da bozulmasına, Ankara ile Şam’ın, bir savaşın eşiğine kadar gelmelerine yol açtı.
İki ülke de olayla ilgili değişik açıklamalar yaptı.
Bu arada, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Esad ile görüşme yapan gazetemiz Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’i eleştirdi, kendi açıklamalarına, inanmayanlara öfkesini, hiçbir zaman aşmadığı terbiye sınırları içinde, dile getirdi.
Başbakan ise, Ankara’nın resmi açıklamalarıyla ters yorumları dolayısıyla Walt Street Journal’ı eleştirdi. Tabii Başbakan’ın, Dışişleri Bakanı’nın tersine, nezaket sınırları içinde kalmak gibi bir kaygısı da yoktu.
Ama, birbiriyle çelişkili çeşitli açıklamaların yanı sıra, uçağımızın düşürüldüğü yerde ne aradığı sorusu da zihinleri meşgul ediyor, kimileri bu soruyu dillendirmekten de çekinmiyorlardı.
İktidar, açıklamalarına itibar etmeyenleri sürekli suçlamaktan geri durmuyordu.
Yani neredeyse, bu konuda kimi soruları sormak vatan hainliğiyle eş tutuluyordu.
***
Olaydan 22 gün sonra, her şey aydınlanacağı yerde, daha da karanlık bir hal almıştır.
Uçağın orada ne aradığı sorusu hâlâ yanıtsız kalırken, düştüğü noktanın koordinatları da eski önemini kaybetmiştir.
Çünkü artık uçağın düşürüldüğü ya da düştüğü konusunda da şüpheler belirmiştir.
Son günlere kadar, uçağımız için “Suriye tarafından düşürülen” ifadesini kullanan Genelkurmay Başkanlığı, önceki günden itibaren söylemini değiştirmiş, “Suriye tarafından düşürüldüğü iddia edilen” ibaresini kullanmaya başlamıştır.
Yani Genelkurmay’ın son açıklaması dikkatle okunduğunda, uçağın düşürülüp düşürülmediği sorusuna da kesin bir yanıt verilememektedir.
Genelkurmay’ın uçağın düşürülüp düşürülmediği ya da kimin tarafından düşürüldüğü konusunda tereddüde sevk eden hususun ne olduğundan daha ilginç olan, Suriye’nin, hem de Utku Çakırözer ile yaptığı röportajda, Devlet Başkanı’nın ağzından “Evet, uçağı düşürdük” demesindeki hikmetin ne olduğudur.
Umarız bütün bu çelişkiler, önümüzdeki günlerde aydınlığa kavuşacaktır.
Geldiğimiz noktada, açıklamalarına inanmayanları suçlayan Başbakan ve Dışişleri Bakanı’na inanmayanlar, şimdi şu soruyu haklı olarak sorabilirler.
- Kusura bakmayın ama, açıklamalarınıza nasıl inanacaktık ki?
***
Gerçekten de onların açıklamaları birçok kaynak tarafından yalanlanmış, hatta Başbakan bizzat kendi açıklamalarıyla kendi içinde çelişkiye düşmüştür.
Bu olay dolayısıyla, bir soruyu gündeme getirmek istiyorum:
- Başbakan’ın Suriye politikasına karşı çıkmak ve açıklamaları konusunda tereddütlerini dile getirmek vatan hainliği midir?
Basın, iktidarların açıklamalarını, çağrılarını, savaş naralarını herhangi bir kuşkuya kapılmaksızın, gözü kapalı tümden desteklediğinde mi işlevini yerine getirir, yoksa kimi kaygıları ve kuşkuları dile getirdiği zaman mı?
Dilerseniz konuyu başka bir olay çerçevesinde alalım:
ABD, Irak’ı Saddam’ın nükleer ve kimyasal silahları olduğunu bahane ederek istila etmişti.
O sıralarda, ABD’nin BM’deki eski elemanı Scott Ritter, Bağdat’ın kitle imha silahlarına sahip olmadığını ileri sürerek, müdahalenin gerekçesine karşı çıkıyordu.
Ama kimse ona kulak asmadı. Sonra da, gerçek ortaya çıktı, Ritter’ın haklı olduğu anlaşıldı.
Şimdi sorum şu:
-Bush’a değil, Ritter’a kulak veren az sayıdaki Amerikan gazetecisi vatan haini miydi?
Sanıyorum, savaş tamtamları çalarken, basının tavrının ne olması gerektiği sorusunu daha ciddi biçimde bir kez daha düşünmemizde yarar var.
(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)