Bugün Amstedam’da bir gazete bayisinin önündeki gayri ihtiyarı günlük gazetelerin başlıklarına baktım. Hem ön sayfa hem arka sayfadaki haber başlıklarını okudum. NRC Handelsblad gazetesinin sayfasında ilginç bir başlık gördüm. Başlık şöyleydi: “Gerçek Türk, kahveyi siyah içer”.
Tam sayfa verilen başlığın hemen altında,' Kahvenin kısa kültür tarihi' alt başlığı gözüme çarptı. Tüm yazıyı hızlıca okudum ve gazeteyi satın aldım. Lotfi El Hamidi’nin kaleme aldığı yazı, Mohammed Benzakour’un yazdığı şu cümlelerle devam ediyor: “kahve gece gibi siyah, şeftali gibi tatlı, kadın gibi ihtiraslı olacak”.
Hollanda gazetelerinde uzun süredir Türklerle ilgili olumlu yazılara rastlamayınca bu yazı bile insanı bir nebze olsun rahatlatıyor. Oysa akliselim sahibi olanlar gayet iyi bilirki, Batı’nın yükselişinde, Doğu’un bilgeleri önemli rol oynamışlardır. Sadece Endülüs’ün yetiştirdiği İbn Rüşd, İbn Arabi, İbn Tufely, İbn Haldun bile bu noktada başlı başına somut örneklerdir.
Kahve konusuna geri dönersek.
Yazar Lotfi El Hamidi, kahvenin Etopya’da bir çobanın kuzularını otlatırken, kahve çekirdeklerini yiyince kendi kendilerine sıçramaya başladıklarını görünce keşfedildiğini belirtiyor. Daha sonra onbeşinci yüzyılda kahvenin Araplar tarafından yetiştirilip ticareti yapıldığına dikkat çekiyor. Tabii ki kahve kültür tarihinde, Yemen’in önemli bir yere sahip olduğu bilinen bir gerçektir.
El Hamidi, kahvenin kültür tarihinde özellikle dervişler ve Müslüman sufiler tarafından gece boyunca Allah’a ibadet etmek için kullanıldığı da önemli bir bilgi diyor. Öyle ki kahve, Allah’ı sürekli özleyenler için cennetten bir yakıt olarak görülmüş. Örneğin, “Hac görevini yerine getiren Müslümanlar, Mekke’den dünyanın değişik ülkelerine hediye olarak kahve götürürler” diyor El Hamidi.
Kahve’nin Avrupa’ya gelişi ile ilgili farklı hikayeler anlatılır. Bunlardan bir tanesi, Yemen’den Endonezya’ya kaçırılan kahvenin Avrupa’da satışa çıkarılması. Bir başka görüş ise, kahvenin 1683 yılında Türkler'in Viyana kuşatması sonrasındaki gelişmeler. Zira Türkler'in geri çekilmesiyle çadırlarda stok edilen kilolarca kahvenin bırakılması. Lotfi El Hadimi’ye göre, zaten Avusturya başkentinde kahve evlerinin açılması da hemen hemen Türkler'in geri çekilmesiyle başlar.
Kahvenin Avrupa’ya gelişi konusunda, kadim dostum Dr. Latif Çelik’i es geçmemiz mümkün değildir. 'Almanya’da Türk İzleri' kitabının da yazarı olan Çelik, kahvenin Avrupa’ya gelişini şöyle açıklıyor: “Würzburglular 'Kahve Almanya’da resmî olarak ilk defa bizim şehrimizde içilmiştir' görüşünde ısrarlılar. Başta Hammer olmak üzere, Batılı tarihçiler de binlerce çuval kahvenin Avrupalıların eline geçtiğini yazıyor. Öğrendiğimize göre, sabah içtikleri şarap nedeniyle öğlene kadar sarhoş olup iş yapamaz hale gelen memurlar, Würzburglu Kral'ın verdiği emirle kendilerine gelmişler: 'Bundan sonra resmî görevlilerden hiç kimse sabah kahvaltısında şarap içmeyecek.'
Şarapçılar tepkilerini ortaya koyarken, esir Sadullah Paşa çoktandır Belediye tarafından kabul görmekteymiş zaten. Belediye tüm masraflarını ödeyerek Paşa'ya Türk stili bir kahvehane açmış. Burası zamanın entelektüellerinin uğrak yeri olurken, diğer şehirlerde de bu tür mekânlar açılmaya başlanmış.”
Evet, Avrupa medyasında yıllardır pek de alışık olmadığımız, en azından Türkiye ve Türkleri incitmeyen bir yazı görünce, şaşkınlığımızı bu satırlara dökmüş olduk. Oysa, bir kısım Avrupa medyası, anti Türkiye, anti Erdoğan yayını yerine, böyle olumlu makalelere yer verse, halklar arasında var olan önyargılar yerini sempatiye bırakır. O günleri bir umutla bekliyoruz.