Kemal Tahir'in romanlarını özellikle puslu havalarda tekrar tekrar okumayı çok severim. Kurt Kanunu ve Yol Ayırımı'nda bugünün sancılarına ilişkin çok şey bulurum. Her seferinde de bir imparatorluğun parçalanmasının üzerinden yüzyıla yakın zaman geçse de aynı takımların yine sahada olduğunu görür, bu günle bağlantı kurarım.

Kemal Tahir'in, İttihat Terakki döneminde Maliye Nazırı Kara Kemal'in ağzından söyledikleri, bu topraklardaki devletler oyununun arka planına ışık tutuyor.

" İki milyon metrekareye yakın topraklara sahip 35 milyon nüfuslu imparatorluğun kasasında Abdülhamid'i indirdikten sonra sadece 35 lira bulurlar. Avrupa bankalarından bir kaç milyon, sonra zorla alınabildi... Batılı devletler her olayın içinde vardı. 25 yıldır Osmanlı ordusunu Almanlar eğitiyordu. Balkanlar dahil yenilgilerden hiç sorumlu tutulmadılar"

Kemal Tahir'e göre Türkiye'nin batı ile hesabı bitmemiş ve kapanmamış bir hesaptır. Lozan'da 600 yıllık imparatorluk mirası 6 ayda açılmadan kapatılır. Türkiye Cumhuriyeti bu mirası devralamaz. Batı'nın Türkiye'yi imparatorluk mirası ile tekrar yüzleşmeye çağırması başka hesapların da açılmasını beraberinde getirecektir zira. "Abdülhamit zamanının Ermeni kırımlarından suç ortakları Rus çarıyla İngiliz hükümeti idi. Bizim (ittihat dönemi-bugün söz konusu edilen) Ermeni kırımının baş suçlusu ise Almanlar. Akılları sıra savaşı nasıl olsa kazanacaklar. Anadolu'ya Alman kolonilerini yerleştirecekler. Çarşıyı gerek zanaatkârlıkta gerek ticarette Ermeniler tutmuyor mu? Kesilecekler ki Almanlara iş alanı açılacak. Başka türlüsüne imkân var mı? Kudüs'te bir kilisenin anahtarı papazın birinden öbürüne geçti diye ada işgal etmeye kalkan, liman bombardıman eden herifler, bunca Hıristiyan kardeşleri doğranırken nerdeler? Bizim alık Cemal Paşa Suriye'de Arap vatanseverleri astı sağlam suç delillerine dayanarak. Bu deliller Frenk başkonsolosundan çıktı... Frengin niyeti belli, size bağımsızlık vereceğim diye pir aşkına çalıştırdığı avanaklardan kurtulmak. Bunun ip parasıyla cellât ücretini de bizim büyük Cemal paşamıza ödetiyor. (Kurt Kanunu/ S. 226-227)

Kara Kemal Paşa'nın kendi hikâyesi de çok hazindir. Cumhuriyet'in düşman listesindedir. Kovalanır, Ermeni dostlarına sığınmayı bile düşünür. Yakalanacağını anlayınca sığındığı evde, bir kümeste kendi canına kıyar.

"Vatan millet lafını edenler, mübadil mallarını bölüşüyormuş kodamanlar. Musul parayla satılmış. Olmaz diyen Lazistan mebusu Şükrü Bey, Topal Osman gibi bir rezile boğdurulmuş. Terakkiperver parti kapatılmış. Şeyh Sait ayaklanması bahane edip söz hürriyetini ortadan kaldıran Takriri Sükun Kanunu çıkarılmış, Gazeteciler kanunsuzca İstiklal mahkemelerine verilmiş..."

Anlaşılan o ki imparatorluktan ulus devlete geçiş hikâyemizin arka planını çok daha özgürce konuşmamız gerekiyor.

....

Tarihi gerçekleri adaletle kendi içimizde konuşmaktan korkmamak gerekiyor. Yüksek perdeden sesler sorunu çözmüyor sadece iyi geliyor. Aynı şey Ermeniler için de geçerli. Lübnan'da birçok kez gördüm ki onlara da bağırmak iyi geliyor. "Türkiye zengin ülkedir bize kişi başına kan parası ödesin" diye bağırırken bu taleplerinin geçmiş acı hatıraları nasıl telafi edeceğini onlar da söyleyemiyor.

...

"Fransa'yı bir kaleydoskop gibi görüyorum. Çeşitli yüzleri, sayısız yönleri, karışık istekleri var" diyen Sarkozy'nin kafası net. Ekonomik olarak zayıflayan ülkesini güçlendirmek. Son dönemde yaşananların bu tasarının zamanlaması ile büyük ilişkisi var.

Arap baharının Tunus'tan başlaması... Fransa'nın Tunus-Cezayir, Libya, Lübnan, Suriye'de ekonomik çıkarlarının büyüklüğü... Bu ülkelerin hukuk ve siyasetindeki etkisi... Arap Birliği ülkelerinin yeni şefi Katar ile kurduğu dostluk ve çıkar birliği... Türkiye-Katar İş Konseyi'nde çok kişiden "son safhaya gelince işleri hep Fransa'ya kaptırıyoruz" cümlesini çok duymuşumdur.

Türkiye'de yaklaşık 2 bin Fransız şirketi olduğunu, bunlarda 50 bin kişinin çalıştığını, enerji başta olmak üzere girift ticari ilişkileri olduğunu biliyoruz. Fransa'nın bunları riske atabilmesi için mutlaka daha büyük bir kazancı garantilemiş olması gerekir. Arap Birliği'nin Suriye görüşmelerinde Türkiye'yi istemiyoruz söyleminin ve dış politikada Suriye-İsrail, Lübnan ve Filistin'deki arabuluculuk girişimlerinin sonuçsuz kalmasının arka planlarına bir bütün olarak bakmak gerekir.

Fransa her zamanki gibi çıkarlarına göre oynuyor. Bizim bunu öngörüp önlem almamız gerekirdi. Yalçın Doğan'ın dört yıl öncesinden bugüne taşıdığı yazısı bu durumu çok iyi anlatıyor. "AB'nin 2007'de kabul ettiği Çerçeve Karar yabancı düşmanlığı, ırkçılığa ve soykırıma karşı mücadele edilmesi için tüm AB ülkelerine çağrıda bulunuyor. Fransa bu fırsatı kaçırmıyor. Burada şunu vurgulamak gerek. Fransa Çerçeve Karara imza atarken, "soykırım için uluslararası yetkili mahkemelerin kararına gerek vardır" diyor. Şimdi çekincesini kaldırıyor, "Fransız mahkemelerinin kararı yeterlidir" diyor. 2007-2011, aradan dört yıl geçiyor."

Fransa Türkiye'den beklediği tepkiyi aldı.

Fransa'nın Ortadoğu'daki stratejisi öngörülerine göre şekilleniyor, ya bizimki?