Salı günleri bir kaç anne, okul sonrası, çocukları müzikal kursuna götürüyoruz.
Beklememiz gereken bir saati; kimisi eve dönerek, kimisi bir kafede, kimisi de bekleme salonunda oturarak değerlendiriyor.
Bense o beklemem gereken saati, bir kilisenin bahçesinde, mezarlıkların ortasında bulunan bir bankta geçiriyorum.
Galiba bunu alışkanlık haline getirdim.
Ama şikayetçi değilim.
O bankta otururken müzik dinlemeyi denedim, olmadı.
Kitap okumayı denedim, olmadı.
Telefonda oyun oynamayı denedim, olmadı.
Birileriyle mesajlaşmayı denedim, olmadı.
Yazı yazmayı denedim, olmadı.
Alışveriş listesi yapmayı denedim, olmadı.
Yani ne yapmayı denediysem, beceremedim.
Sonunda vazgeçtim, şimdi hiçbir şey yapmadan sadece düşünüyorum;
Ölüleri ve biz yaşayanları.
Koşuşturmalarımız…
Hırslarımız…
Kavgalarımız…
Mutsuzluklarımız…
Para hesaplarımız…
Gelecek planlarımız…
Hayatlarımızı teknoloji diye adadığımız telefonlarımız…
Hep bu dünyada kalacağımıza inandırılmış yaşam tarzımız, düşününce tam bir delilik…
Sonra bir sabah bir şey oldu, kulağıma bir ses fısıldadı;
“Ertelediklerine zaman bulamazsın. Doya doya yaşa!”
İşte bu sesle uyandım, gözümü tavana diktim ve gülümsedim.
Yarını bırak bir saat sonranın bile garantisi yok.
Bizleri tekrar özümüze döndürecek bir şeyler lazım.
Farkında değil misin?
Teknoloji ve siyaset, gençten yaşlısına üstümüze ölü toprağı serpilmiş gibiyiz, nefes alamıyoruz.
Silkelen bunlardan!
Dozunu kaçırma!
Unutma; ömür hızla kayıp gidiyor ellerimizden.
Geç kalmadan kafanı başka yöne çevir;
- Sadece 12 notayla hayata tutunduğumuz "müzik" denen mucizeye dön.
- Sanata dön.
- Spora dön.
- Tabiata dön.
O gün gelmeden Osho'nun şu sözlerini aklının bir köşesinde tut ve hayata geçir;
“Hayata karşı tutumun neyse, ölüme karşı da aynı tutum içinde olacaksın.”
Ve kulağıma babamın fısıldadığı o söz;
"Ertelediklediklerine zaman bulamazsın. Doya doya yaşa! "