28 Şubat\'ın asıl ve köklü karşıt kutbunu, Erbakan\'dan çok, Erdoğan ve arkadaşlarının temsil ettiği akım oluşturdu.
28 Şubat’ta Başbakan Erbakan’dı. Darbenin asıl muhatabı da oydu. Darbeciler, onu iktidardan alaşağı etti. Ama dindarlar, bu akımın efsanevi lideri Necmettin Erbakan’ı değil, genç ve yenilikçi Tayyip Erdoğan’ı tercih etti. Bu hem bir ‘kahraman değişimi’ hem bir ‘paradigma değişimi’ydi. Ayrıca kaderin önemli dönüşüm noktalarında karşımıza çıkarabildiği ‘cilve’lerden biriydi.
AK Parti nasıl Erbakan’a rağmen başarılı olabildi ve hem dindarların hem de toplumun birçok kesiminin desteğini kazanabildi? Ben fotoğrafa daha çok ekonomik değişim ve onun sosyal/siyasal hayata yansıması açısından yaklaşmayı deneyeceğim.
Gümrük Birliği
REFAHYOL koalisyon hükümeti, Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında, Haziran 1996’da kuruldu. Bu hükümetin kurulmasından kısa süre önce Türkiye, Gümrük Birliği’ne resmen girmişti.
Gümrük Birliği, Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine eklemlenmesi ve serbest rekabete açılması anlamına geliyordu. Türkiye’nin bazı büyük holdingleri Gümrük Birliği’ne de Avrupa Birliği’ne de karşı bir duruş sergiliyorlardı. Çünkü rekabetsiz iç pazar hâkimiyeti, yıllarca kalitesiz malları çok yüksek kâr marjlarıyla satmalarını sağlamıştı.
28 Şubat’ta REFAHYOL hükümetine karşı askerin, büyük burjuvazinin önemli bir kesiminin, medya kartellerinin, büyük sendikaların ve CHP’nin ortak duruşunun arkasında, herhalde en net şekilde ‘devletçilik’ kavramı ile tanımlanabilecek bir uzlaşma saklıydı. Bu devletçilik anlayışının militarist, milliyetçi karakteriyle ekonomik boyutunu birbirinden bağımsız düşünemeyiz. ‘28 Şubat’ı, bu bağlamda, yakın tarihi etkileyen içe kapanmacı ve demokrasi karşıtı çizgilerin birleştiği zirve noktası olarak değerlendirebiliriz.
REFAHYOL hükümetinin başındaki Erbakan da (ki bu kaderin daha da garip bir cilvesi olarak görülebilir) devletçi bir gelenekten geliyordu. İdeolojik kökler açısından o dönemdeki ‘egemen devletçi blok’tan uzakta olmasına rağmen ekonomik ve hatta siyasi alanda içe kapalı tahkimci yaklaşımı savunmayı sürdürüyordu.
Ancak ‘ekonominin küreselleşmesi’ Türkiye’nin kapısına dayanmıştı. ‘Anadolu Kaplanları’ adı verilen ve muhafazakâr siyaseti destekleyen kesimler dışa açılıyor, ithalat ve ihracat alanında yeni bir güç olarak ortaya çıkıyorlardı.
28 Şubat’ta Erbakan siyaseten yasaklandığında ‘parti içi iktidar mücadelesi’ne giren ve ‘değişimci’, ‘yenilikçi’ vb. sıfatlarla dikkat çeken Erdoğan, Gül, Arınç gibi siyasetçiler, parti içinde çıkış yolu bulamayınca ‘yeni bir oluşum’da karar kıldılar.
Birçok çevre, onların toplumun geniş kesimlerinin desteğini sağlamasını özellikle ilk başlarda anlamlandıramadı. Hızlı yükselişin arkasında, hem ekonomideki dönüşümün hız kazanmasını hem de geleneksel kültürel değerlerin korunmasını önemseyen ‘yeni Anadolu burjuvazisi’ vardı. Hızla boyut değiştirmekte olan dış ticaret potansiyeline ayak uydurabilecek yeni bir siyasete yönelik talep vardı.
Erdoğan değişimin peşinden gitti
Erbakan bu taleplerin temsilcisi değildi. Klasik devletçi gelenekten kopamamıştı. Yanında yetişen Tayyip Erdoğan ve arkadaşları ise partilerini bu yeni taleplerin üzerine inşa etmeye karar vermiş, değişimin peşinden gitmekten çekinmemişlerdi.
Bu bağlamda şu tespiti yapabiliriz: 28 Şubat’ın asıl ve köklü ‘karşıt kutup’unu, Erbakan’dan çok, Erdoğan ve arkadaşlarının temsil ettiği akım oluşturmuştur. Dolayısıyla da bu kırılmadan yeni bir siyaset üretebilenler onlar olmuştur.
Eğer dönüşüm tarihin özünü oluşturuyorsa Türkiye’nin yakın tarihinin dönüşüm kodlarını da 28 Şubat’ın tetiklediği beklenmedik değişikliklerden bağımsız olarak değerlendiremeyiz.
Radikal