“Kanun götüren ordu, jandarma neferlerinin ayak basmadığı yer, inmediği dere ve çıkmadığı tepe yoktur... Cumhuriyetin ıslahat ve imar programına muhalefet eden bütün engeller ortadan kaldırılmıştır ve program ilerletilmektedir.”
İnönü nihai zayiat rakamlarını da veriyor:
“Subay bir şehit, dört yaralı... Er 28 şehit, 46 yaralı... Bekçi bir şehit, bir yaralı... İsyana iştirak edenlerden 265 maktûl (ölü), 20 yaralı vardır. 27’si yakalanmış ve çatışmalarda 849 kişi teslim olmuştur.”
İnönü’ye göre, çok dikkatli ve şefkatli davranıldığı için zayiat böyle sınırlı olmuştu.
İnönü, (bölgedeki 52 aşiretten) sadece 6’sının “cumhuriyet ıslahatına” karşı geldiğini fakat direnişlerinin “bertaraf edildiğini”, refah ve eğitim politikalarını sürdüreceklerini söylüyor. Hatta “Kanunun şiddetli uygulamalarına maruz kalmış olarak hayatlarını kaybedenler hakkında da Büyük Millet Meclisi’nin teessürlerini ve bunun diğer vatandaşlara ibret olması temennilerini” dile getiriyor.
İnönü yerine Bayar
İnönü’nün ölçülü bir operasyondan bahsettiği, ölçülü bir dil kullandığı açıktır. Aynı akşam Atatürk’le beraber trenle İstanbul’a hareket edeceklerdir. Aralarında sorunlar vardır. Nyon konferansı konusunda çelişkiye düşmüşlerdir, İnönü, Atatürk’ün bakanlara doğrudan emir vermesine itiraz etmiştir, ekonomi politikasında görüş farkları ortaya çıkmıştır...
Trende Atatürk, İnönü’nün “sağlık sebebiyle” başbakanlıktan ayrılmasını istiyor. Beraberce uygun buldukları isim Celal Bayar’dır... 20 Eylül tarihli AA bülteninde İnönü’nün sağlık sebepleriyle izinli olduğu, başbakanlığa Celal Bayar’ın vekâlet edeceği açıklanıyor. 1 ay sonra İnönü başbakanlıktan resmen ayrılacak, Bayar başbakan atanacaktır.
İnönü başbakanlıktan Atatürk ve Mareşal’in önerdiği daha sert Dersim siyasetini kabul etmediği için mi uzaklaştırılmıştı? Bayar bunun için mi getirilmişti? Cüneyt Arcayürek’in “Çankaya Muhalefeti” adlı kitabında yazdığına göre, Bayar, Demirel’e böyle anlatmış. Bayar’ın Kurtul Altuğ’a açıklamaları da bu yöndedir.
Fakat, yukarıda kısaca belirttim, Atatürk’le İnönü arasında 1936’dan itibaren başka konularda ciddi görüş ayrılıkları çıkmıştı; sert tartışmalar olmuştu, Bunu unutmamak lazım.
Bayar’ın radikal üslubu
Celal Bayar’ın başbakanlığı döneminde Dersim siyasetinin çok sertleştiği ve bugün konuşulan büyük acıların yaşandığı da bir gerçektir. Başbakan Bayar 26 Haziran 1938’de Meclis’teki konuşmasında Dersim’de “bu sene daha fazla kuvvetlerimizin toplandığını” belirterek şunları söylüyor:
“Dersim için tatbik etmekte olduğumuz programın icabı olarak bu meseleyi kati surette halletmek ve Dersim denilen işi kati surette tasfiye etmek için alacağımız bir tedbir daha vardır. Yakında ordumuz Dersim havalisinde manevralar yapacaktır. Bu münasebetle ordu Dersim için vazife alacak ve umumî bir tarama hareketiyle... Bu meseleyi kökünden söküp atacaktır...”
İşte facialar bu “manevralar”da yaşanacaktır...
Aşırı güç kullanımı
Bayar’ın başbakan olarak böyle radikal bir operasyon için ne partide ne orduda gücü vardı. Yapılan, bir “otoriter devlet” tasarrufudur.
Şunu da asla unutmamak lazım: Devlet’in Dersim’e müdahalesi, alikıran başkesen silahlı aşiretlerin tasallutunu kaldırması elbette haklı idi. Büyük hata, aşırı güç kullanılmasıdır, güç kullanımında çok aşırıya gidilmesidir. Yaralar
hâlâ kanıyor işte.
Ders: Toplumsal karakterli sorunları aşırı güç kullanımıyla çözmek yanlış bir metottur, geleceğe dönük büyük yaralar açmakta, sorunları büyütmektedir. Bu bilimsel gerçeğe bilhassa Sayın Devlet Bahçeli’nin dikkatini çekerim.
12 Eylül’ün aşırı güç kullanımları Kürt hareketini ateşlemedi mi?!