ERGENEKON, Balyoz, şike, MİT ve Başbuğ soruşturmalarının temelinde CMK’nın 250. maddesinde yargıya verilen “özel yetkiler” var. Türkiye şimdi bunun olumlu ve olumsuz sonuçlarını tartışıyor.
İyi haber, yargı camiasının da bu maddeyi tartışmaya başlamasıdır.
250. madde konusunda HSYK Ankara’da 12 ve 13 Mart tarihlerinde uluslararası bir sempozyum düzenliyor; tebliğ sunmak üzere Yargıtay’dan ve AİHM’den yargıçlarla Türkiye ve Avrupa’dan ceza hukuku uzmanları davet edildi. Bütün savcılar, tabii bilhassa “özel yetkili” savcılar, iki grup halinde sempozyumu izleyecekler. Konu, 250. maddenin nasıl yorumlandığı, nasıl yorumlanması gerektiği...
HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur’a sordum, size göre 250. madde nasıl yorumlanmalı? Tereddütsüz şu cevabı verdi:
“Elbette özgürlükçü bir gözle yorumlanmalı!”
Hangi gözle?
Ne demek 250. maddenin “özgürlükçü gözle” yorumlanması?! Soruşturmalarda daha titiz olunması, ölçünün, sağduyunun aşılmaması demek... Tutuklamalarda böylesine iştahlı davranılmaması demek...
İddianameleri yazarken suç tanımının yorumla genişletilmemesi demek... Deliller konusunda ince eleyip sık dokumak demek, mesela sanıklar arasındaki ilişkilerin mesleki, sosyal veya siyasi mi yoksa “örgütsel” mi olduğu konusunda çok dikkatli olmak demek...
Emniyet ve savcılar, görevleri gereği öncelikle “suç” arayan makamlardır. Zihinleri doğal olarak bu yönde çalışır. Onun için yargılama yetkisi emniyete ve savcılara verilmez, soruşturmaya karışmamış olan hakimler yapar bunu. Fakat adalet sadece yargılama aşamasında değil, soruşturma aşamasında da lazımdır. Onun için savcıların 250. maddedeki yetkilerini “özgürlükçü gözle” mi yoksa “suçlu” diye bakarak mı kullanmaları çok farklı sonuçlar doğurur!
Bu konuda ölçü kaçar da 250. maddedeki yetkiler aşırı kullanılırsa, toplumda sadece gerginlik olmaz, davaların tümünün haklılığı gözden kaçabilir, haklı davalar da itibar kaybına uğrar. Öyle de olmuyor mu?
Bu düşüncelerle HSYK’nın savcılara uluslararası sempozyum düzenlemesini çok isabetli buluyorum.
‘Gizli belgeleri sızdırmak’
Sayın İbrahim Okur’a “gizli belgelerin basına sızdırılması”nı sordum. Önceki davalarda bu yüzden savcılar hakkında niye müfettiş gönderilmedi de MİT soruşturmasında Savcı Sadrettin Sarıkaya hakkında müfettiş gönderildi? Okur buna “O zaman HSYK’da biz görevli değildik, eski heyet görevliydi” diye cevap verdi.
Savcı Sarıkaya konusunda Okur’un sözleri:
“HSYK 3. Dairesi, Savcı Sarıkaya hakkında soruşturma açmadı, inceleme başlattı. İnceleme sonunda gizli belgeleri onun sızdırıp sızdırmadığı anlaşılacak. Ona göre soruşturma açılacak veya açılmayacak. Normal bir işlemdir bu. Daha önce savcılar Mehmet Berk ve Cihan Kansız hakkında, özel hayata ilişkin belgeleri dosyaya koydukları için de HSYK işlem yaptı. HSYK kimin soruşturulduğuna göre değil, soruşturma kurallarına uyulup uyulmadığına göre işlem yapıyor.
Hatırlamak gerekir, Sarıkaya’nın kendisi de odasında arama yaptırarak kimin sızdırdığını bulmaya çalışıyor.
Savcı tayini yok
Peki, özel yetkili savcılardan bazıları başka yerlere atanacak mı?
- Hayır, hele de böyle bir ortamda, bu tartışmalar var diye savcıların atanmasını kesinlikle doğru bulmam.
İbrahim Okur’un bir eleştirisi de var:
- Savcılar MİT yetkililerini ifadeye telefonla çağırdılar, gelmeyince yakalama talebinde bulundular. Halbuki bundan önce yazılı çağrı çıkarmaları gerekirdi.
İbrahim Okur görüşmemizde sık sık “yargının sadece bağımsız değil, aynı zamanda tarafsız olması gerektiğini” vurguladı; sevindim buna.
Şu görüşümü de belirteyim; yasama organı 250. maddenin aşırı uygulamalara yol açan birkaç yönünü elden geçirmeli, madde üzerinde ‘liberal ayar’ yapmalıdır.
(Hürriyet)