Kasabanın bandosu geçti önümüzden...
Davulu yine en şişmana vermişler...
Çoğunluk neyin kutlandığını bile bilmiyor...
Sadece iki kelime birisinin dilinde:
“Düşmanı göndermişler...”
*
Piyangocu aynı köşede...
Şans dağıtıyor otuz senedir...
Bir gözü kör...
Kuş çarpmış...
O kadar uçacak yer varken, kuş sen git şans dağıtıcısının gözüne gir...
*
Limandaki gezi teknelerinden gelen müzik sesleri bandonun sesine karışıyor...
Herkes oynuyor, üstelik geminin güvertesinde...
Roman havası:
“Çarşıdan aldım kestane...”
*
Şu alakasız yere kondurdukları çirkin büfe...
Önünde gazeteler asılı, tepeden tırnağa, renk renk...
Halep’te neler olduğu var dört sütuna... Şam’da neler olduğu var... Bağdat’ta ne olup bittiği var...
Gazze’de neler olmuş var...
Ama Şemdinli’de neler olduğu yok...
Suriye’den gelen sığınmacılar klima isterken, Şemdinli’de PKK’nin işgal ettiği yerlerden kaçan köylülerin aç ve susuz kaldığını yazarlarsa, imam kızar çünkü...
*
Bomba sesleri buralardan duyulmuyor ne de olsa...
Kurşunlar geçmiyor başımızın üzerinden...
Kaldırımlar mayınsız...
Şu kahvehanenin televizyonunda sabah sabah “yıldız ülkeden” söz eden adamın yüzüne birkaç damla kan sıçramış değil...
*
Ne diyordu adamım:
“Düşmanı göndermişler.”
Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu bilmediği gibi, nasıl yıkıldığının da farkında değiller...
*
Hani kurgu filmlerde, bedeni parçalandıkça kahkaha atan yaratık gibi millet...
*
Sanki bir başka ülkenin altını üstüne getirdiler...
Şu ülkenin içine düştüğü bataklık, şu yıkım, şu parçalanma, şu yuvarlanış, şu lime lime ediliş...
İnsan başını kaldırıp bakar...
Dizine vurur insan...
Artık görür...
Anlar...
Fark eder...
Yanar...
Bağırır...
Çağırır...
Ağlar...
Biraz olsun içi yanar ve sorar:
“Peki, nereden geliyor şu tabutlar?..”
*
Geceleri sancılarım tutuyor...
Kıyıdaki kayalıklara, martılara, kumlara, çakıl taşlarına yakınırım...
Dolunay olsun...
Bir gece sabaha karşı, derdimi aya da anlatacağım...
Olmadı...
Ben de yalnız ağlarım...
(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)