BAŞBAKAN Erdoğan’ın kendisi de basınla ilgili bazı sözlerinin tedirginlik yarattığını kabul ediyor olmalı ki, “Bu, Karadenizli olmamızdan kaynaklanıyor” demiş, yanlış anlaşıldığını söylemiş.

Medya Derneği üyelerini kabulünde, Başbakan bazı “çok sert manşetler”den yakınmış, kendisinin bunlara cevap verdiğini söylemiş. Bazı sözlerinin çok ağır kaçmasını ise şöyle izah etmiş:

“Karadenizli olmamızdan da kaynaklanıyor. Bazı sert ifadeler kullanıyorum. Bazıları yanlış anlıyor olabilir. Ama toplum doğru anlıyor.” (Taraf, 17 Ağustos)

Keşke sorun “yanlış anlamalar” olarak kalsaydı...
‘Örnek olay’

Cüneyt Özdemir, Radikal’de Sayın Emine Erdoğan’ın Myanmar’a gitmesini övgüyle anlattı, fakat Suriye gibi olaylar varken Dışişleri Bakanı’nın da gitmesini yanlış bulduğunu kibar bir dille yazdı. Yazısında değil hakaret, hatta “sert eleştiri” bile yoktu... Cüneyt daima tavırlarında kibar, dilinde ve kaleminde özenlidir.

Fakat Başbakan, Cüneyt’in yazısına “Bunların eline kalem veren medya patronuna yazıklar olsun” diyerek “çok sert” tepki gösterdi!
Başbakan bunun yanlış olduğunu kendisi de fark etmiş olmalı ki, dün Kadıköy-Kartal metrosunun açılış törenindeki konuşmasında Myanmar’a gidilmesinin ne kadar doğru olduğunu anlattı, fakat kimseye karşı sert bir dil kullanmadı.
Demek ki, basın hürriyeti konusunda bazen yanlış tavırlarda bulunduğunu Başbakan da görüyor.

Otoriterleşme eğilimi


Fakat iz bırakan ve etki yaratan, Başbakan’ın basın hakkındaki ölçüsüz sözleri, bunun sebep olduğu üzücü sonuçlar oluyor. Nitekim, Radikal’in başka bir yazarı olan Yıldırım Türker’in hükümet hakkındaki “çok sert” yazısını gazete “yumuşatmasını” istemiş, o da ayrılmıştır. Bu tek olay değil; benzer olayları yaşamamış kaç medya grubu var ki!
İşte, Erdoğan’ın tavırları hakkında yurtiçinde ve yurtdışında oluşan “otoriterleşme” kaygısının temelinde bu var. Sayın Başbakan güvendiği ve sık sık görüştüğü gazetecilere sorabilir bunu, onlar da doğrulayacaktır.

AİHM ne diyor?


Ben hiçbir dönemde “çok sert” üslup kullanmadım; basında olsun, siyasette ve sosyal hayatta olsun, doğru da bulmam, bu başka bir konu... Başbakan’ın “Karadenizli” olması gibi, basında da “çok sert üslup” kullanan gazeteciler var elbette...
Ve, AİHM’ye göre “çok sert, hatta sarsıcı” üsluplar ve fikirler basın özgürlüğüne girer!
Hatta AİHM’ye göre, sıradan insanlar hakkında yazıldığı zaman “hakaret” suçu sayılacak “çok sert” ifadeler, politikacılar ve hele de başbakanlar hakkında kullanıldığında “basın ve ifade özgürlüğü”ne girer!
Başbakan bunu yanlış buluyor, ama 90. madde ile AİHM içtihatlarına anayasal bağlayıcılık kazandıran, kendi partisinin iktidarıdır!
Demokrasilerde basın özgürlüğü böyledir. Çünkü başbakanların elinde kamu gücü vardır, “iktidar” kudreti vardır, bu çapta bir güç kimsenin elinde olamaz. Basın ise tabiatı gereği çeşitlidir, bir gazete muhalefet yapıyorsa, öbürü iktidarı destekler. Ayrıca kamuoyunun basından etkilenmesi, sanılanın aksine çok sınırlıdır.

Lipset’in uyarısı


Siyasetbilimci Martin Lipset, “demokrasilerde bile” iktidarların süresi uzadıkça elindeki erki daha fazla kullanma, yani otoriterleşme eğiliminin artabileceğini, buna karşılık da tepkilerin sertleşeceğini söyler. Bunun bir “sarmal” oluşturacağını belirtir.
Türkiye’de siyaset kültürü maalesef çatışmacıdır ve ancak uzlaşmalarla çözülebilecek bir terör belasıyla kan kaybeden bir ülkedir! Başbakan, Türkiye’nin bir de böyle bir sarmala girmesinden dikkatle sakınmalıdır.
Üstelik, iki yıl sonra cumhurbaşkanı olacak...

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)