Son zamanlarda, toplumun en alt tabakasından en üst tabakasına varıncaya kadar her yerde; öfke, şiddet, hakaret ve küfür olayları o derece arttı ki…
Haber bültenlerini izleyemez, çocuklarımıza da cevap veremez olduk…
Daha da üzücü yanı, bu olayların önemli bir kısmının ölümle sonuçlanır hale gelmesi…
Uzun yıllardan beri; aile içi şiddet, kadına şiddet, işyerinde mobbing, hayvan hakları, huzurlu ve güvenli sokaklar falan diye sıraladığımız sorunlar maalesef gündemimizden hiç düşmüyor…
Biz, bu sorunlar çözülecek diye beklerken; diğer taraftan çözümün muhatabı olan siyasetçilerin de aynı bataklığın içine düşüp debelendiğine tanık olmak ne acı…
Daha trajik sonuçlara ulaşmadan meseleyi bir an önce masaya yatırıp ele almakta fayda var…
Bu eylemlerin altında yatan sebepler nedir? Psikolojik veya sosyolojik… Sorunun kaynağı her ne ise bulunup ortaya çıkarılmalı…
Ne kadar farkındasınız bilmiyorum; yaşadığımız hayatı toplum içinde bir “yarış” formatına çevirdik…
Artık herkes, herkesle rekabet halinde... Herkes, herkesi yenmeye çalışıyor…
Tümüyle birbirimize rakipmiş gibi davranıyoruz…
Birbirimizi anlamak ve birbirimizle iletişim kurmaktan çok uzaktayız…
Nasıl bir akıl tutulması yaşadığımızın bilincinde dahi değiliz…
Kardeş kardeşi, yoldaş yoldaşı tuş etmeye çalışıyor…
Arkadaşlıklar, dostluklar çıkar ortaklığına dönüşmüş…
En ufak bir çatışmada tüm silahlar kınından çıkıyor!...
Öfkeyse öfke, şiddetse şiddet, hakaretse hakaret, küfürse küfür…
Davaların yerini “strateji”, doğru yolun yerini de “taktik” diye bir şey almış!...
Bulunduğumuz konuma bizi taşıyan araçlar sadece bunlar!...
Ve o konumda tutunabilmek veya biraz daha ileriye adım atmak adına yapamayacağımız rezillik, göze alamayacağımız risk yok!...
Böyle bir psikolojide doğal olarak her kavgaya girilir… Her türlü şiddete, küfre ve hakarete de kolaylıkla başvurulur !...
Bunun sonu da gelmez…
Eğitim sistemimizi kurgularken kendine güvenen bireyler yetiştirmek istedik…
Fakat, özgüveni yüksek insanlar yetiştirelim derken, nasıl olduysa “narsist” kişiliklere tavan yaptırdık!...
Her şeyi kendine hak gören, her şeye layık olduğunu düşünen, onsuz bir dünyanın asla değerli olmadığına inanan milyonların içindeyiz şimdi!...
Özgüven duygusu bir tuz gibidir… Dozunda kullanılırsa lezzet ortaya çıkar… Fakat aşırı tüketilirse, ziyafeti zehir etmesi gibi, tüm sosyal düzeni yerle bir eder…
Kişinin; böyle bir yarış ve böyle bir rekabet ortamında kendi açıklarını kapatmak istemesi, haksızlığının ve yetersizliğinin üstünü örtmeye çalışması başka türlü nasıl olacak?
Şiddete başvurmadan, küfür ve hakaretle karşısındakini yıldırmaya çalışmadan bunu nasıl başarabilecek?
Zamane insanı öyle bir hale gelmiş ki; haksızlığını ve yetersizliğini kabul edip pes etse, sanki kıyamet kopacak!...
Sakladığı gerçeklerle yüzleşme korkusu kabusu olmuş… Bu yüzden sürekli aktif, sürekli atak, sürekli baskın ve sürekli güçlü görünmek zorunda!...
Eğer hak etmediğiniz bir yüksekliğe çıktıysanız, oradan kendi kendinize geri inemezsiniz…
Sizi ya birileri indirecek; ya da inmemek veya can yakıcı bir şekilde düşmemek için bulduğunuz her yola başvurmanız gerekecektir…
“Narsizm,” insanı bir balon gibi şişirir… Fakat o balon ne kadar şişerse, patladığında da o kadar fazla ses çıkar…
Herkes zanneder ki, ormanlar kralı aslan korkmadığını göstermek için kükrer…
Halbuki; kendisini iyice yalnızlaştırdığı dünyasında korkusunu bastırmak için kükremekten başka çaresi kalmamıştır… Bilir ki o sesi duyanlar kendisinden ürkecek ve kaçacak delik arayacak!...
Narsistik bir dürtü ile gerçekleştirilen her türlü şiddet, küfür ve hakaretin o aslan kükremesinden farkı yoktur…
Bütün bunlar, karşısındakini anlamak yerine karşısındakini sindirmeyi ve ezmeyi amaçlar…
Kabul edelim ki, herkesin aslan rolünü oynadığı bir dönemin içindeyiz…
Herkes karşısındaki için bir “korku imparatorluğu” kurma peşinde!...
Bakalım ilerleyen günlerde, yaşadığımız ormanın içinde o korkunç seslerin hiçbirini duymadan, huzurla nefes alınacak sakin bir yer bulabilecek miyiz?
Tabii, aslan postuna bürünmüş onca çakal izin verirse!...