Sevgili Okurlar,

Size deneyimlerimi aktarmak beni oldukca mutlu ediyor. Oscar Wilde in ‘’At Verona’’ isimli şiirini okurken, şehirin bende bıraktığı izlenimlerin tüm duyguları adeta beni sarmalıyor. Sadece 2 gün kaldığım bu harika şehirde, Wilde in dediği gibi  bu altın şehirin sevgi seline kapılmamak elde değil sanki…


Shakespeare, Verona şehirini ünlü haline getiren Romeo ve Juliet hikayesi ile karşımıza çıkıyor. Şehrin bütününe yayılmış bir duygu dalğası, eski binaların hatıralarının adeta günümüze süzülmesi gibi üzerimize yayılan hüzün duygusu… Julietin evini ziyaret ettiğimizde, sanat eserleri ile süslü kliselere girdiğimizde hep ayni  hüzünlü duygu…


Bu kısa zaman zarfında Verona daki ünlü Arena da La Traviata isimli operayı da izleme fırsatı da buldum. Verdi nin bestelemiş olduğu, 1850 lerde ilk kez sahne alan La Traviata isimli operanın da kahramanı olan Violetta aynı şekilde acı dolu ve duygu yüklü bir hayat serüveninden sonra sevgilisinin kollarında hayattan ayrılıyor.


Şehiri gezerken bu iki kadın kahramanın hüzünlü hikayeleri heryerde benimle idiler. Özellikle Juliet in evini gezerken,  Romeo ile gizlice buluştukları balkon, hafızamda oldukca büyük bir yer edindi. Bir şehir efsanesi olan Capulet ve Montegue ailelerinin üyeleri olan genç kiz ile genç oğlanın hikayelerinin etkileyicililiği akıllardan çıkmayacak nitelikte. 1200-1300 yılları arasında Verona sokaklarını süsleyen bu efsaneyi dünyaca ünlü hale getiren Shakespeare bu genç çiftin aşklarını olumsuz hale getirebilmiş ve bizlerde tatlı bir hüzün bırakmıştır.


Ortaçağdan kalan binaların arasında gezerken, ruhumu zenginleştiren duygulara kulak kabartmaya calıştım biraz. Nelerdi öğrendiklerim benim bu küçük geziden? Neleri benimle götürüyordum Londraya dönerken? Kendi içime dönerek aydınlanmak niyetine girdim…


Elbette öncelikle sevgi. Her zaman her yerde, tüylerimizi diken diken eden Sevgi duygusu…kimi yerlerde gezerken hissettiğim enerjiler öylesine yüklü ağır enerjilerdi ki, sanki bu hüzünlü ama bir o kadar da sevgi dolu şehirde gezerken tüm bu çelişkili duygular benim benliğimi sardı. Evet, aşık olmak, sevmek çok güzeldi ama neden sonuç hep acıklı olmak zorunda idi?


Bu soruma cevabımı yine kendim buldum içimde.. Bu dönemsel bir bakış açısı ve var oluş biçimi idi.. Yani ortaçağ ve hatta ortaçağdan da önceki algı ve yaşananlar fazlasıyla acı ve üzüntü üzerine idi.. Elbette yaşam şartları, yaşananlar, hastalıklar ve savaşlar. Hepsi insan ruhundaki acıyı besleyecek ölçüde idi. Hal böyle de olunca yaşananlar hayal kırıklığı ve üzüntü olunca adeta aci cekmek değerleniyor ve efsaneleşe biliyordu.


Peki bizler? Bizim çağımızdakiler? Yaşadığımız zamanın ve ortamın durumuna bakınca kıyaslama bile yapamiyoruz. Bizler acı bedenlere sahip olmak durumunda asla değiliz! Ve hatta olmamalıyız! Acı bedeni dediğimiz şey nedir? Gelin önce bunu irdeleyelim…


Acı bedenine sahip olmak, kişinin kendisine acıması, sahip olduğu problemli alanlara çözüm bulamaması, bu alanlarda hareketsiz kalması, hayata, kendisine ve insanlara olumsuz bir bakış açısıyla yaklaşıp, herşeyden önce kendisi ile ilgili inancını kaybetmiş olmasıdır. Sürekli şikayet etmek, elindekilerinin kıymetini bilemeden sadece zihinde kalarak acı çekmeye devam etmektir bir nevi. Kendisini şansız, kadersiz ve kısmetsiz görmek, hayatını besleyen  şeylerin hayal kırıklıklıkları ve üzüntüler olmasıdır. Bu tür kişiler, acı bedenlerine öylesine çok yapışmışlardır ki, adeta onlardan vazgeçmek istememektedirler. Kimliklerinin bir parçası veya uzantısı olmuştur nerdeyse onlar için üzülmek ve şikayetci olmak. Dolayısı ile sanki ruhlarını besler bu acılara sahıp olmak! Kolay kolay vaz geçmek istemezler..


İşte tam bu noktada, yeni çağın bilgileri devreye girer. Elbette ki bu bilgileri almak isteyen alabilir ve fark edebilir ancak.


Ancak artık çok farklı bir yüzyıldayız, elbetteki tüm hüzün, derin yakarışlar, çözümsüzlüklerin arkada bırakıldığı, istediklerimizi yaratabilme özgürlüğüne sahip olabildiğimiz bir yüzyıl. Derin farkındalıklarla ve en önemlisi de DÜŞÜNCE KONTROLU ILE YARATABILMENIN VERDIĞI MÜTHIŞ BIR HAZ DÖNEMINDEYIZ.


Bu noktada, en değerli bilgi SEÇIMLERIMIZ sevgili okurlar! öyle değil mi sizce? Yaşadığımız hayatın sorumlularını dışarıda aramadan, kendi özümüzle yaratabilmenin sevinci ve de mutluluğunu yaşamak! Seçim yaparak huzurlu, sakin, neşe dolu, sevinç dolu bir yaşam yaratabilmek elimizde! Seçim yapmak derken, yargısızlığı seçerek, anda kalmayı seçerek, anın kıymetini bilerek, sükür ederek, ve olumluyu seçerek farklı bir bakış açısı ile hayata bakabilmenin bilgisi var artık elimizde!


Çağımızın en degerli bilgisi,  kendi sorumluluklarımızı alarak, anda kalmayı  seçerek, bakış acımızı seçerek, kendimize ve başkalarına karşı şefkat içinde yaklaşarak bir yaşam boyu sevinç ve sevgi içinde kalabilmek! Altın çağ dediğimiz çağ bize bunları öğretiyor değil mi?


Nereye kadar kendimize acıyacağız? Ne noktaya kadar başkalarını suçlayacağız? çözüm anda kalarak farklı yollar denemekte sevgili okurlar! Ne dersiniz?


Acı bedeni seçerek bir yere varamayız, başkalarını veya kendimizi suçlayarak sadece hastalıkları daha da arttırırız veya hayatımıza olumsuz olay ve insanları çekeriz elbette!


Gelin hep birlikte kendimiz için faydalı seçimler yapalım! Kendi gücümüzü farkına varalım, DÜŞÜNCE KONTROLU YAPALIM, DÜŞÜNCELERIMIZIN BIZI NEREYE GÖTÜRDÜĞÜNE DIKKAT EDEREK FARKINDALIKLA ANI YAŞAYALIM! KENDIMIZE VE HAYATA KARŞI ŞEFKAT VE INCELIKLE DURUŞLAR YARATALIM! HERŞEY IÇIMIZDE VE DIŞARDAKI DÜNYADA SADECE GÖRMEK ISTEDIKLERIMIZ VAR BUNU ASLA UNUTMAYALIM!