Genar marifeti 'Türkiye Sosyal, Ekonomik ve Politik Analiz-SEPA 5' araştırmasında oldukça tuhaf, hatta tuhaftan da öte eğlenceli sonuçlar var.
Mesela 'Kurumlara Olan Güven' soruşturmasında, 'Yargı'ya güvenenler yüzde 60. 7; güvenmeyenler yüzde 39. 3 çıkmış.
Ne mi var bunda?
'Türkiye'de herhangi bir suçtan dolayı tutuklanıp mahkemeye çıkarılırsanız, adil bir şekilde yargılanacağınızı düşünüyor musunuz?' sorusuna verilen cevapla karşılaştırmazsanız bir şey yok elbette.
Karşılaştırırsanız tuhaftan da öte çok şey var.
Evvela mezkur soruya verilen cevabı hatırlayalım: Herhangi bir suçtan mahkemeye çıkarıldığında adil yargılanacağını düşünenler yüzde 41. 9. (Bu durumda adil yargılanacağını düşünmeyenler de yüzde 58,1 oluyor Şinasi.)
Hani yargıya güvenenler yüzde 60. 7'ydi; yaklaşık yüzde 20 kayıp nereye gitti?
Bir yere gittiği yok; lök gibi duruyor!
Biraz 'değişikler'; başkaları yargılanınca 'yargıya' güveniyorlar ama kendileri yargılanınca güvenmiyorlar, hepsi bu.
'Değişik' dememiz, hâşâ küçümsediğimizden değil; farklılıklarına, yani özgünlüklerine vurgu yapmak içindi.
Hem nesini küçümseyeceğiz ki; yüzde 20, boru değil. Her gün orda burda rastladığımız insanlar bunlar.
Zannedersem sevgili Cengiz Çandar'ımız da bunlardan biri.
Ergenekoncular veya Balyozcular yargılanırken, yargıyı gayet demokratik buluyordu; tuttuğu takımın başkanı veya yöneticisi yargılanırken 'kirli tertip'ten ibaret görmeye başladı. Neyse.
Genar araştırmasında başka ilginç sonuçlar da var.
'Seçmenin Başkanlık Sistemi Algısı'nda 'Cevap yok/ Fikrim yok' diyenlerin oranı 46. 5 iken, 'Başkanlık Sistemi Türkiye için Faydalı Mıdır?' sorusuna 'Fikrim yok/ cevap yok' diyenlerin oranı birden bire yüzde 22'ye düşüyor.
Başkanlık sistemi Türkiye için 'Faydalıdır' diyenler yüzde 34. 4'e, 'Zararlıdır' diyenler de yüzde 43. 6'e çıkıyor.
Nasıl oluyor da yaklaşık yüzde 20'lik kesim fikrim yok dediği konuda birdenbire fikir sahibi oluyor?
Yurdum insanının sırlarından biri de bu galiba: 'Fikrim yok' dediği konuda aniden fikir sahibi olabiliyor.
Yanlış anlaşılmasın; yadsımıyorum, anlamaya çalışıyorum sadece.
Zaten son günlerde o kadar çok şey var ki anlamaya çalıştığım, saymakla bitmez.
Savcı Mehmet Berk'in telefonla arayıp Ertuğrul Özkök'e şike davası konusunda açıklama yapması da anlamaya çalıştıklarım arasında.
Neden başkası değil de Özkök?
İtibar dersen, yerlerde; başka Fenerbahçeli köşe yazarı yok desen; ortalık Fenerbahçeli köşe yazarından geçilmiyor.
Bunun nedeni (paradoksal olarak) Özkök'ün itibarsızlığı olabilir mi?
Aziz Yıldırım onu yalanladığı 'tarzda' başka hangi köşe yazarını yalanlasa, kimse inanmazdı.
Demek ki Özkök'ün böyle bir özelliği var.
Ona yaptığın açıklamadan rahatsız olursan rahatlıkla değiştirebiliyorsun veya yok sayabiliyorsun. Eleman nasılsa 'itibarsız' ya, sana bir şey olmuyor!
Kesin böyledir demiyorum; anlamaya çalışıyorum sadece.
Ahmet Altan'ı da anlamaya çalışıyorum.
Samsun'daki sel felaketini (yetkililerden sonuna kadar hesap sorulmalıdır, o ayrı mesele) Uludere'nin hizasına koyup, 'vatandaşını boğan devlet' şeklinde sunmak nasıl bir sendromun yansımasıdır?
Belediye çöp kamyonu ağaca çarpsa ne diyecek acaba?
Nasıl amansız bir sendroma dûçar olmuş ki (dünkü yazısında) CERN'den yola çıkıp işi 'dere yatağına' bağlayabiliyor: 'İsviçre'de 'büyük patlamanın' yeniden yaratıldığı ve 'tanrı parçacığının' bulunduğu gün Türkiye'de neler oldu? / Devletin 'dere yatağına' yaptığı binaları sel bastı, on insan boğularak öldü..'
Bu ne şimdi?
Durduk yere Ahmet Yılmaz'ın 'Kıllanan Adam'ı olmaya ne gerek vardı?
(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)