ABD soğuk savaşın sona ermesinden önce Türkiye’de Ortadoğu politikasını askerlere, bürokrasiye ve sermaye çevrelerine dayanarak yürütmüştür.
12 Eylül 1980 askeri darbesi arkasından Turgut Özal’la birlikte, bu politika fazla değişmeden sürdü.
Özalcılık, dışa açılma ve liberalleşme ABD’nin işine yarıyordu. Ancak, askerlerle işler istendiği gibi gitmiyordu;
- 1990, 1991 Körfez krizinde askerler Özal’a rağmen ABD’nin Irak ve Kuveyt operasyonlarına karşı çıkmaya başladılar. Özal’ın gücü artık yeterli değildi.
- Ordu içinde bazı komutanlar ABD ve NATO’nun planları dışında inisiyatif alıyorlardı.
- Erbakan’ın tasfiyesi sürecinde ABD’nin politikasına uyum göstermişlerdi; ancak Ortadoğu politikasında eleştirel bakanlar vardı.
- 2000’e gelindiğinde kimi üst ordu komutanları açık açık “Asya büyükleri ile de ilişkiler geliştirilerek denge politikasına gitmek gerekir” demeye başladılar. (*)
Kısacası ABD artık TSK’den memnun değildi; TSK, ABD’nin yeni Ortadoğu politikasına gereken desteği vermiyordu.
- Eski yıllarda ABD ile yakın işbirliği yapan bürokrasi de eski etkisini kaybetmişti. Çünkü Özal döneminde başlayan süreçle birlikte özel sektörün ve uluslararası sermayenin öne çıkması bu sonucu doğurmuştu.
Kuvvetli destek gerekiyor
Oysa ABD ve bazı AB büyüklerinin, yeni Ortadoğu politikalarına güçlü destek verecek bir yönetime gereksinimleri vardı.
ABD olaya pratik bakar ve doğal olarak ulaşmak istediği hedefler için, en yararlı yerel ortakları bulmaya çalışır.
Başbakan Erdoğan, Haziran 2012’de yaptığı bir açıklamada, “Türkiye’de NATO’ya karşı çıkanlar iktidar olamadılar” diyerek, bunu dolaylı yoldan ifade etmiş oldu.
Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş 15 Temmuz 2009’da TGRT’deki bir programda; REFAHYOL’un eski genel başkan yardımcısı rahmetli Bahri Zengin 7 Şubat 2009’da ART’de Hulki Cevizoğlu’nun programında şunları ifade ettiler: “Refah Partisi üst yönetiminde 1995-1997 yıllarında iki görüş tartışıldı; ABD ile işbirliği yapalım diyenler ile buna karşı çıkanlar farklı görüşlerini ortaya koymuşlardır”.
Şevket Kazan 2011 yılı içinde 5-6 televizyon programında benzer görüşleri ifade etti.
ABD ile işbirliğine taraftar olanlar 28 Şubat süreci ile yavaş yavaş etkinliklerini artırdılar.
CHP’nin ikilemi
Yaşam tarzı ve dünya görüşü olarak Batılı değerlere yakın CHP’nin, “ABD’nin Ortadoğu politikası konusundaki tereddütleri” parti içinde çelişkiler yarattı. Bu çelişki belki de kaçınılmazdı.
- ABD (ve Batı’nın) Ortadoğu politikalarına destek vermek, Batılı değerlere uymamasına rağmen onun çıkarı ile örtüşüyordu.
- Öte yandan Ortadoğu’ya yaklaşmak ve onun bir parçası olmak, Türkiye’nin Batılı değerlerden uzaklaşması sonucunu doğuruyordu. Oysa yeni kurulan AKP için böyle bir çelişki yoktu;
- Hem Batı ile işbirliği yapılabilir,
- Hem de Ortadoğu’nun İslami değerleri ile bütünleşebilirdi.
Fikriyatta, felsefi boyutta ve reel politikada, 200 yıldır süregelen çatışma, somut çıkarlara dayalı olarak, Batı ile ilk defa örtüşüyordu.
- İslami yapılanmayı savunanlar açısından, “Batı’nın Ortadoğu politikalarına uyum sağlamak”;
- Aynı zamanda Ortadoğu’nun İslami düzeni ile bütünleşmek;
AKP ve CHP’nin bu konulardaki farklılığına rağmen her ikisi de, “mevcut işleyen küresel sisteme uyum sağlamış partilerdir”.
1960’lı yılların sonunda TİP, 1990’lı yıllarda Erbakan (ve Refah Partisi) küresel düzene parlamento içindeki partiler olarak karşı çıktıkları için tasfiye edilmişlerdir.
Bunlar benim, bir bilim insanı olarak nesnel tespitlerimdir; kendi görüşlerim kuşkusuz ayrı bir şeydir.
(*) Hayatım Avrupa dizisinin beşinci cildi içinde yüz sayfalık bir bölüm bu konuya ayrılmıştır.
“Avrupa’nın Askerle Kavgası”, E. Manisalı, Cumhuriyet Kitapları, 2009
(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)