Soğuk savaş döneminde küçük ve güçsüz devletler, uydu ya da yarı uydu konumundaydılar.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Yalta Konferansı ile başlayan süreçte Türkiye, Batı Bloku’nun bir parçası oldu. Küresel iki büyük çarkın gereklerine uydu ya da uyduruldu.
Ancak Batı içindeki bir Yunanistan ya da bir Kanada gibi değildi. Türkiye’nin üç önemli farkı ve dezavantajı bulunuyordu ve halen de bulunmaktadır.
- Batı (ve bloku) tarafından, hep “öteki” olarak algılandı. Müslüman ve Asyalı kimliği Türkiye’yi, “Hıristiyan Batı” dünyasından ayırıyordu.
Değerli Alman bilim insanı Prof. Dr. Fritz Neumark’ın dediği gibi, “Avrupa 400 yıl boyunca Türklerle savaşmış ve çekişmişti”. Türkiye’yi kendindenmiş gibi kabullenmesi imkânsızdı. (*)
- Türkiye’nin ikinci önemli özelliği (ve farkı) ise dünya enerji kaynaklarının %65’ini kapsayan Ortadoğu’nun tam göbeğinde bulunmasıydı. Büyük devletlerin gözü Ortadoğu’daydı; onların küresel güç kavgalarında Türkiye de nasibini alacak ve bedelini ödeyecekti. Aynen 30 yıldır yaşamakta olduğumuz terör sorununda görüldüğü gibi.
- Türkiye’nin bir başka farkı da Kurtuluş Savaşı’nı Avrupa’ya (ve Batı’ya) karşı kazanmış olmasıydı. Atatürk’ün önderliğindeki bağımsızlık ve özgürlük savaşı, Avrupa’nın hesaplarını bozan Lozan zaferi ile sonuçlanmıştı. Türkiye dünyada, sömürgecilere karşı savaşan ülkeler ve toplumlar açısından bir örnek oluşturuyordu. Pek çok dünya ulusu Atatürk’ü ve Türkiye’yi örnek almaya başladılar. Hem de Cezayir’den Küba’ya kadar uzanan geniş bir alanda.
Türkiye bir anlamda küresel güçler açısından tehlikeli bir örnekti. Hem de Ortadoğu gibi en stratejik bölgede bulunuyordu.
Küresel ve yerel dinamikler
Küresel dinamiklerin Türkiye için taşıdıkları soru işaretleri yanında, iç dinamiklerde de gelişen çelişkiler, Türkiye’yi bugünkü zemine taşıdı.
Ülke Batı’nın gözünde, Batılı olmaya çalışan Doğulu bir (öteki) olarak algılanıyor
- Türkiye AB’nin dışında tutularak denetim altına alındı. Türkiye-Avrupa ilişkilerinin son 50 yıllık yakın geçmişi incelendiğinde, bu gerçek açık olarak görülür. “Hayatım Avrupa” adını taşıyan beş ciltlik çalışmamda bu gerçeği bütün ayrıntıları ile ortaya koydum.
- Türk şirketleri bir yandan Kürdistan’da (Kuzey Irak) para kazanıyorlar; diğer taraftan o bölgeden (ülkeden) gelen silahlı güçler (teröristler), Türk ordusuna saldırıyor.
- Suriye’de dün ortak hükümet (kabine) toplantısı yaptığımız yönetimi bugün savaşın eşiğine gelmiş bulunuyoruz.
- ABD ve AB çevreleri “Ankara bizim için çok önemli, işbirliğimiz artıyor” diyorlar. Öte yandan Ankara, Avrupa ve Batı’ya değil, Ortadoğu Arap dünyasına her anlamda yakınlaşıyor.
- Batı Türkiye’de kendi uyguladığı demokrasi yerine, ılımlı islam cumhuriyeti modelini uygulatmak istiyor.
Büyük resim
Bir türlü önlenemeyen terörist saldırıların, bu büyük resim içinde değerlendirilip önlemlerin alınması gerekir.
- Türkiye petrol ve doğalgaz kaynakları ve yolları üzerinde bulunduğu için küresel güçler tarafından yeniden dizayn edilmektedir.
- “Kürt meselesi” ve Kürdistan çabaları bu büyük resmin ayrılmaz bir parçası haline getirilmiştir.
- Terör bu gelişmelerde, “bir araç” olarak kullanılmaktadır.
- Türkiye açısından terörün ortadan kaldırılabilmesi için siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel faktörler bir bütünlük içinde kullanılmak zorundadır.
Küçük dişlilerle uğraşmak terörü bitirmez, daha da yaygınlaştırır. Onu çözmek için olayı küresel boyutta algılamak gerekir.
Çünkü sorun yerel değil, küreseldir.
(*) Denktaş’ın Öbür Yüzü, Kırmızı Kedi, sayfa 27, 2011
(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)