Sosyal medyanın önem kazanmasıyla birlikte son zamanlarda herkes birbirine “Senin kaç takipçin var?” diye soruyor.
Eskiden birileri tarafından “takip edilmenin” pek sevinilecek yanı yoktu.
Günümüzdeyse insanlar takipçi sayısını arttırmak için çırpınıyor, olmadık işler yapıyor, abuk sabuk konuşuyor, fotoğraflar bulup sayfasına ekliyor...
Ne kadar çok kişi sizi izlerse o kadar havanız yerine geliyor. Tabii bunun ticari boyutları da var.
O yüzden bu işin de suyunu çıkarmayı başarmışız. Sahte takipçi oluşturup satanlar çıkmış. Kimi ünlüler parayı bastırıp takipçi sayılarını katlamaya başlamış.
***
Önce cep telefonları, mesajlar, internet üzerinden chat derken sosyal medyayla birlikte “yazılı konuşma” en büyük alışkanlık haline geldi.
Elektronik posta çıktığında herkes artık kimsenin mektup yazmadığından, kart bile atmadığından şikâyet ediyordu.
“Yazılı konuşma” yazının en önemli özelliklerinden birini ortadan kaldırıyor.
Aklınızdan geçenleri yazıya döküp okuduğunuzda düşüncelerinize bir mesafe kazanırsınız. Kimi zaman düşündüklerinizi yazılı görünce anlamlı bulmazsınız, kimi zaman yeniden gözden geçirme gereği duyarsınız.
Yazı ister istemez içinizden geçenleri yeni bir biçime dönüştürür, söylediklerinizi yazıda ifade ederken söz sanatlarını kullanırsınız, en iyi ifade biçimini bulmaya çalışırsınız.
***
Ama “yazılı konuşma” böyle değil.
Çünkü anında aklınızdan geçeni yazıyorsunuz. Özellikle biriyle karşılıklı yazışırken doğrudan konuşur gibi yazıyorsunuz.
Twitter gibi ortamlarda da insanlar fazla düşünmeden, o an karşılarındaki birine cevap verirken, genel olarak konuşulan bir konuya yorumda bulunurken akıllarına geleni yazıyorlar.
Biriyle karşılıklı konuşurken ya da yazışırken, en azından tek bir kişiyle ve çoğu zaman az çok tanıdığınız biriyle karşı karşıya olduğunuz için onun yazdıklarınızı anlaması daha kolaydır.
Ama sosyal medya böyle değil. Orada yazdığınız cümleler hiç tanımadığınız pek çok insan tarafından okunuyor.
Genellikle çok kısa şeyler yazıldığı için de fazla açıklama şansınız yok. Bir anlamda “özlü sözler” oluşturmak zorundasınız.
***
Konuşurken hareketler, gözler, bakışlar, gülüşler sözlerinizi destekleyerek işinizi kolaylaştırıyor. Bu da yanlış anlamaları en aza indirebiliyor.
Ama “yazılı konuşma”da böyle bir şansınız yok. Sözcükleri aslında en iyi şekilde seçip bir araya getirmek zorundasınız. Elbette arkadaşlarıyla konuşuyormuş gibi bir havada sürekli yazanlar için durum böyle değil.
Ve tabii yine konuşurken söyledikleriniz biraz sonra uçup gidiyor. Ama yazdıklarınız kalıyor.
Bu nedenle de yanlış anlamalar, bir anda ağızdan çıkan sözler insanları zor duruma sokabiliyor.
Belki yakın bir dönemde ya da en azından yeni kuşaklarda “yazılı konuşma” ustaları çoğalacak. Ve bu iletişim biçiminin kendi üslubu bir alışkanlık haline gelecek.
(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)