Bu satırların yazarı olarak barış, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü evrensel değerleri çerçevesinde sol dünya görüşü sahibiyim. Dört yüz kusur yılda Kıbrıs adasında oluşan kültürel ve toplumsal kimlik değerlerimle, Kıbrıslı Türküm. Kıbrıslı Türk kimliğim atalarımın Anadolu’daki köklerinden geldiğimi sıfırlamaz. Bu yaklaşımla ulusal köken değerlerime de saygılıyım. Ancak saygım şamar oğlanı olmamı da gerektirmez.

Türkiye’yi, Türkiye gelmeden önce sevdiğim gibi hatta daha büyük bir sevgiyle sevmek istiyorum. Lütfen özellikle Ankara’dan kimse bu sevgimi olumsuz etkileyecek yaklaşım içinde olmasın.

Kıbrıs Türkü, hiçbir telkin ve zorlama olmadan sevdi Türkiye’yi...

Kıbrıs Türkü, hiçbir telkin ve zorlama olmadan sevdi Mustafa Kemal Atatürk’ü...

Kıbrıs Türkü, hiçbir telkin ve zorlama olmadan ulusal değerlere sahip oldu...

***

“1953 yılı… 3 Nisan’ı 4 Nisan’a bağlayan gece, Dumlupınar denizaltısı Ege’de katıldığı NATO tatbikatından geri dönüş yolunda, Çanakkale Boğazı’ndan içeriye giriyordu. Sisli ve rüzgârlı gecede su üstü seyri yapan denizaltının rotası Gölcük’teki Denizaltı Komutanlığı ana üssüydü. Dumlupınar; manevralar boyunca iki gün sualtında kalmış, üstün başarı gösteren gemi personeli yerli yabancı tüm komutanların takdirini kazanmıştı.

Yorgun, ama bir o kadar da gururlu 86 denizci, kendilerine yeni bir görev verilinceye kadar sevgilileri olan denizden ve gemilerinden ayrılıp, eşlerine, ailelerine kavuşmanın heyecanı içerisindeydiler. Ne var ki saatler 02.15’i gösterdiği sırada, Çanakkale Boğazı’ndaki Nara Burnu dönülürken, Türk denizaltıcılık tarihinin belki de en acı kazası yaşandı. Dumlupınar, İsveç bandıralı Naboland Şilebi ile Boğaz’ın orta yerinde çarpıştı.

Dumlupınar’ın parçalanan baş bodoslamasından hücum eden karanlık sular, baş üstü dikilen koca denizaltıyı 81 denizciyle birlikte birkaç dakika içinde yutuverdi. Zıpkın yemiş bir balina gibi acı dolu sesler çıkaran Dumlupınar son dalışını yaparken, çarpışma sırasında nöbet tuttukları köprü üstünden denize düşen 5 denizci hayatta kalmaya çalışıyordu...” (Asil S.Tunçer)

***

Tüm çabalar sonuçsuz kalmış Dumlupınar Denizaltısı’ndaki 81 denizci yaşamını yitirmişti.

Tüm Anadolu ile birlikte Kıbrıslı Türkler de derin bir üzüntü yaşamıştı.

Daha TMT filan yoktu. Kıbrıslı Türkleri yönlendirecek ciddi bir liderlik de yoktu.

İngiliz sömürge dönemiydi.

İşte o koşullarda haftalarca Türkçe film gösteren sinemalardan elde edilen hasılatın tümü, yeniden denizaltı gemisi alınmasına katkı olsun diye toplanıp Türkiye’ye gönderildi.

***

TMT Kurulduktan sonra Kıbrıslı Türklerin ulusal duygularıyla oynandı.

O yıllarda, Türkiye’den maddi bir beklenti asla yoktu.

Kıbrıslı Türkler o yıllarda zengin miydi?

Hayır değildi.

Altın takılar şimdiki gibi kuyumculardan da alınmıyordu.

Gezici altın satıcıları olduğunu çok iyi anımsarım.

Onlardan alınırdı altın takılar.

Sanırım Lefkoşa’da da gösterişsiz bir ya da iki altın satan yer vardı. Kuyumcu denilmiyordu o yerlere.

İşte o koşullarda sahip olunan, yüzük, bilezik, küpe gibi takıların ayrı bir önemi ve değeri vardı.

Gün geldi, “Türkiye’ye yardım” dediler, rahmetli anacığım dahil Kıbrıs Türk kadını kulağından küpesini, parmağından yüzüğünü, kolundan bileziğini çıkarıp Türkiye’ye yardım için ortadaki mendilin içine bıraktı.

“Yerine ulaşır mı, ulaşmaz mı?” sorusunu aklından bile geçirmedi.

***

Türkiye, uzun yıllar Kıbrıs Türkü’nün sesine asla kulak vermedi.

Kıbrıslı Türklerin sesine kulak vermek, ada İngiliz sömürge toprağı olduğu için, “İngiltere’nin içişlerine karışmak” olarak nitelendirildi.

Belki Kıbrıslı Rumların Yunan milliyetçiliğinin etkisi altında olması, Kıbrıslı Türklerde de Türk milliyetçiliğini tetikledi. Rumlar, Yunan milliyetçiliği yerine Kıbrıslılığı öne çıkarsaydı ne olurdu? Böyle bir soruyu yanıtlamak tamamen geriye dönük bir hayal yanıt olur.

Ancak sonuçta Türkiye’den ciddi bir telkin ve yönlendirme olmadan Kıbrıslı Türkler, Türkiye, Anadolu, Mustafa Kemal Atatürk sevgisini yaşam biçimi haline getirdi.

***

Kıbrıslı Türklerin savunma örgütlenmesi olmasa, EOKA İngilizlerden sonra ya da eş zamanlı olarak Kıbrıslı Türkleri de hedef alır mıydı?

Tüm barışsever ve Kıbrıslı düşünceme rağmen, “Hayır, EOKA Kıbrıslı Türkleri hedef almazdı” demem mümkün değil.

Adayı Yunanistan’a bağlamayı hedefleyen EOKA hareketine en solda, en sağa kadar Kıbrıslı Rumlar destek verebilirdi, verdi de. Ancak böylesi bir harekete destek verip, katılacak bir tek Kıbrıslı Türk düşünemem.

Böyle olunca Kıbrıslı Türkler, yüzlerini döndükleri Anadolu’dan, sayısal azlıktan beslenen güçsüzlüğün dezavantajlarını ortadan kaldırmak için yardım isteme girişimlerinde bulundu.

***

Türkiye’nin adadaki diplomatik misyonu ile Kıbrıslı Türklerin uzun yıllar sorunu olmadı.

Kıbrıs Türkü kendi dünyasında etkin olarak Türkiye’nin sivil yüzünden çok askeri yüzüyle tanıştı.

Türkiye, Kıbrıs’a öğretmenleri, Sarı Naci gibi futbol antrenörleriyle geldiği zaman sorgulanacak bir ilişki gelişmedi.

Daha doğrusu öğretmenler ve futbol dünyamıza düşen isimler Türkiye olarak algılanmadı.

Zaten onların da kendilerini fark ettirme gibi siyasi bir niyeti yoktu.

***

TMT’nin örgütlenme anlayışı ve kod isimleriyle görev yapan komutanlar, Kıbrıs Türkü’nde askeri sorumluluk alanlarını aşıp hayatın her alanında erki elinde tutan oldu.

Göstermelik kurumsal yapılar hep gölgede kaldı.

Cumhurbaşkanı da, Meclis de, bakan da, mahkeme başkanı da onlar oldu.

Sivil giyimli olmalarına karşılık en katı üniformalı anlayışı temsil ettiler.

Korkuyla harmanlanmış bir disiplinle Kıbrıslı Türkler kontrol altına alındı.

O disipline gereksinim var mıydı?

Bana göre yoktu.

***

1963 sonrası Bayraktarlık yanında Elçilik de daha farklı bir kimliğe büründü.

BEY Yönetimi denilen bayraktar- elçi- yönetim üçlüsünde en zayıf olan Kıbrıslı Türklerin elinde olan yönetim halkasıydı.

1963’e kadar etkisi ne olursa olsun Türkiye’ye yardım etmeye çalışan Kıbrıslı Türkler,  özellikle 1963 sonrası hiç azalma göstermeyen tam tersi artış gösteren bir şekilde yardıma muhtaç duruma düşürülüp, aşağılanmaya başladı.

Bundan kurtulmak için Kıbrıslı Türklerin çabaları zaman zaman sonuç verir gibi oldu ama sonuçta olmadı.

Çünkü ortada orantısız iki güç ve de Kıbrıslı Türklerin her şeye karşın Türkiye’ye saygısı ve sevgisi vardı.

Ankara’dan bizi ciddi şekilde aşağılayanlara karşı, özellikle bizim iktidar unsurlarımız, “AMA NEDİR YAPTIĞINIZ? YETER” diyemedi.

Muhalefet sesini çıkardığı zaman da ilk kurşunları bizim iktidar unsurları sıktı.

***

Bu satırların yazarı olarak barış, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü evrensel değerleri çerçevesinde sol dünya görüşü sahibiyim. Dört yüz küsur yılda Kıbrıs adasında oluşan kültürel ve toplumsal kimlik değerlerimle, Kıbrıslı Türküm. Kıbrıslı Türk kimliğim atalarımın Anadolu’daki köklerinden geldiğimi sıfırlamaz. Bu yaklaşımla ulusal köken değerlerime de saygılıyım. Ancak saygım şamar oğlanı olmamı da gerektirmez.

Türkiye’yi, Türkiye gelmeden önce sevdiğim gibi hatta daha büyük bir sevgiyle sevmek istiyorum. Lütfen özellikle Ankara’dan kimse bu sevgimi olumsuz etkileyecek yaklaşım içinde olmasın.

 

Günün sözü:

Yüreğim incinirse, dilim onu söyler.

(Havadis gazetesinden alınmıştır)