Merhum Özal Elektrik Mühendisi ve Teknik bir insan olarak, Dünya Bankası’nda kendisini yetiştirmiş ender bir Ekonomistdi. İktidara geldiği 1983 yılından itibaren Dışa kapalı Türkiye Ekonomisini, Döviz taşımanın yasak olduğu ve üzerinde bir dolar döviz bulunan insanların hapislerde süründüğü bir döneme, Kambiyo Rejimini değiştirerek son vermiştir. Özalın yaptığı reformlar sayesinde İş adamları İhracatı öğrenmiş Dünya’ya açılmış ve daha önce çeşitli vesilelerle yurt dışında biriktirilmiş Dövizler, hayali ihracata kısmen gayri resmi göz yumularak, ihracat bedeli olarak ekonomiye sermaye ve kaynak sağlamak için yurda getirilmiştir..
Özal‘ın yaptığı Reformları ilk sıralar bankalar dahi anlayamamış, biter korkusuyla bankalar Döviz satmaktan çekinmişlerdir. O zamanlar, Döviz satmak istemeyen bir özel banka genel müdürünü, bankanın lisansını iptal edeceği tehtidiyle döviz satışının serbestliğini sağlamış ve bunun ilerleyen zamanlarda doğru bir uygulama olduğu görülmüştür.
Özal, Menkul Kıymetler Borsasının kuruluşunu başlatarak şirketlere kaynak sağlamıştır. Yıllardan beri Amerika ve Avrupa ülkelerinde uygulanan Katma Değer Vergisini Türkiyede de uygulamaya koyarak, Maliye kaynaklarını güçlendirmiştir. Özelleştirme adımları atmıştır. Yıllarca bankalar halkın mevduatlarını adeta bedava maliyetle kullanmışlardır. Mevduat sahiplerinin Tasarruflarına uygun faiz uygulatarak Ekonomiye kaynak oluşturmuştur. Gelişen zamanlarda bankaların faiz oranlarını az bulan vatandaşlar, yüksek getiriye tamah ederek bankerlik müesseselerine yönelmiş, sonunda bankerlerin batmasıyla elllerindeki mevduatlardan olmuşlardır. Türkiye bu tür denemelerden geçerek ve bedeller ödeyerek, Ekonomisini geliştirmeyi başarmış ve zamanla Serbest Piyasa Ekonomisi kuralları mecrasını bulmuştur.
Özal, Seksenli yıllarda Türk Telekom’u özelleştirmeye çalışmış, British Telecom‘un Beş Milyar Sterlin gibi bir rakama özelleştirilebildiği bir dönemde, Özal Türk Telekom’a 40 Milyar Dolar’a müşteri bulmuş ve satış gerçekleşme aşamasındayken, Anayasa Mahkemesinin kahraman hakimleri kararı iptal ederek satışı engellemiş ve ülkeyi yabancılara satılmaktan kurtarmışlardır. O tarihlerde 40 milyar dolarlık bir kaynak ile, Türkiyenin iç ve dış borçları rehabilite edilebilecek ve Türk Ekonomisine çağ atlatacak bir sermaye birikiminin adımları atılmış olacaktı. Bugün geçen kırk yıllık zamanın sonunda, özelleştirmenin süresi bitmiş, yapılması zorunlu olan yatırımlarla birlikte kurum dahada büyütülmüş olarak Devlete geri verilmiş olacaktı.
Özalın devrim niteliğindeki özelleştirme v.s değişim uygulamalarını anlamakda zorlanan bürokrasi, gelişmelere ayak uyduramayınca diktatör yaftalarıyla Özalı yıpratma kampanyalarına başlamışlardır. 1987 yılında siyasi yasakların kaldırılması için yapılan referandumdan sonra, eski siyasi partiler sahneye çıkmış, yıllarca birbirleriyle kavga eden sağ ve sol partiler işbirliği yapıp, Özal’a nedeni anlaşılamayan düşmanlık yürütmeye başlamışlardır. Özal, Cumhurbaşkanlığına seçildikten sonra yapılan seçimlerde Meclis çoğunluğunu kaybetmiş ve koalisyon dönemleri başlamış, yıllarca birbirlerine düşman gibi görünen sağ ve sol partiler koalisyon hükümetleri kurup, Özalın bütün kazanımlarını düşmanca bir tavırla yok etme yarışına girmişlerdir.
Radikal muhalefet, seçimlerde bir ev bir araba olmak üzere herkese iki anahtar vermek, emeklilik yaşını indirmek v.s gibi, ütopik vaatlerle meclis çoğunluğuna sahip olmuşlardır.
Özalın büyük bir emekle ülkeye kazandırdığı Mali Ekonomik düzenlemelerden sapmalar başlamış ve ütopik uygulamalar hızlandırılmıştır. 1990-1994 arası dönemde, Dövizin satın alma gücü paritesi faiz artışının altında tutulmuş, TL aşırı değerlenmiş, döviz üzerinden borçlanma cazip hale gelmiş, İnsanlar Dolar kredisi alıp TL ye çevirip Hazine Bonosuna yatırır, vade sonunda faiz ve ana parayı alıp tekrar dolara çevirip kar ettiğini düşünürlerdi. Bu saadet zinciri yüksek faiz politikası ve Merkez Bankası’nın dövize müdahaleleri sayesinde, 1994 yılı başlarında yaşanan mali krize kadar sorun yaratmamış, hatta sıcak para girişini özendirmiş ve hızlandırmıştır. Bu işlemler bu süreçte, bankalarda büyük açık pozisyonların oluşmasına neden olmuştur. Aşırı değerlenen TL, ihracatı olumsuz etkilemiş, İhracatın İthalatı karşılama oranı 1988’de %80 iken 1993’te %50’ye düşmüş, Dış Ticaret açığı yükselmiştir. Gene bu süreçde kaybolan güven nedeniyle Dolar’a olan talep artınca, Ocak 1994’te eski parayla 14.500 TL olan dolar kuru 7 Nisanda 39.900 TL’ye tırmanmış, art arda 3 Devalüasyon olmuştur. Senenin geri kalan kısmında kur artışı devam etmiş, Aralık ayını 38.500 TL olarak kapatmıştır. 1994 yılı sonunda enflasyon üç basamaklı olarak %125’e yükselmiş, Dolar bazında Mlli Gelir düşmüştür. Döviz, yapılan üç devalüasyondan sonra aşırı yükselince, döviz üzerinden borçlanarak ev ve araba alan insanlar, anahtarlarını 1994 yılında bankalara teslim etmişlerdir. Bu durum Türkiye Ekonomi tarihine 1994 Krizi olarak geçmiş ve yedi yıl sonra 2001 yılında gelecek tarihin en büyük krizinin alt yapısını oluşturmuştur.
Özal’ın Avrupa standartlarına getirmeye çalışarak ve belirli bir düzeye getirdiği Sosyal Güvenlik Sistemi, koalisyon hükümetlerinin seçimlerde vaat ettikleri emeklilik yaşının düşürülmesi hayata geçirilerek kevgire dönüştürülmüş, 1999 un sonlarına gelince sistem sağlık hizmetlerini veremeyecek ve emekli maaşı ödeyemeyecek duruma getirilmiştir.
Ülkedeki ekonomik buhran ve soygunların gözden kaçırılması amacıyla, alıcısı olan ve yıllarca sürecek irtica gibi hayali bir düşman yaratılmış, Elazığ’dan onlarca şehri geçmelerine göz yumularak Ankara sınırlarına kadar Aczmendiler yürütülmüş ve oynatılan tiyatroya Ankara sınırlarında son verdirilmiştir. Toplumda suni bir başörtüsü düşmanlığı yaratılarak, yapılan bütün ekonomik soygunlar milletin dikkatini bu olaylara yöneltmişti. Mantar gibi filiz veren ve bir kontrol sistemi olmayan bankalar, milletten topladıkları mevduatları, sermayelerinin bir kaç katını aşan hazine bonolarına yatırarak bir saadet zinciri oluşturulmuş, önüne gelen Holding banka kurarak kaynaklarını kendi şirketlerine aktarmıştır. Bu durumu kontrol edecek ciddi bir mekanizma yoktu. Devlet bankaları bazı kesimlerce adeta soyulurcasına talan edilmiş, 2002 yılına kadar geri ödenmeyen krediler toplamda 15 katrilyona ulaşmış ve bu krediler görev zararı gibi saçma bir ifade uydurularak milletin sırtına yükletilmiştir. Gene 1990 lı yıllarda Güneydoğu da terörü anlaşmayla bitirmeye çalışan Özal şaibeli bir şekilde ölmüş, aynı düşünceyi taşıyan Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağına suikast yapılarak öldürülmüş, Toplum nezdinde itibar gören ve ölümleri toplumsal tepki çekecek, Uğur Mumcu v.s gibi araştırmacı gazeteciler, öğretim üyeleri sikastlerle ortadan kaldırılıp, oklar mütedeyyin insanlara yönlendirilerek toplumda kaos ortamları yaratılmaya çalışılmıştır.
Konumuz ekonomi olduğu halde yukarıda kısaca değindiğimiz irtica, suikastler ve terör, adım adım 2001 krizine zemin hazırlayan bileşenlerdir. 2001 Şubat Ekonomik krizi Anayasa kitapçığının atılmasıyla birden bire oluşmuş bir hadise değildir. 1999 depreminde yurt dışından deprem için gelen yardımlarla memur maaşlarının ödenebilmesi, Ekonominin ne durumda olduğunun göstergelerinden sadece biriydi. 2001 Şubat’ına gelmeden zaten özel bankaların önemli bir kısmının içi boşaltılmış artık hiçbir şekilde ayağa kaldırılması mümkün olmayacak bir durumdaydı. 2000 yılı Kasım ayında Devletin en büyük Tahvil ve Hazine Bonosu stoğunu elinde bulunduran Demirbank’ın batması bankalar krizinin son habercisiydi. Halkdan topladıkları mevduatlarla aldıkları devlet tahvillerini elden çıkaramayan bankalar, vadesinden önce geri çağırdıkları krediler de gelmeyince, müşterilerinin mevdutlarını gecelik faizlerle borçlanarak ödemeye çalıştılar. Devlet ile birlikte piyasaya saldırı başlayınca, Repo faizleri gecelik yüzde 7,500 e çıktı ve sistem bir gecede kilitlenerek artık ekonomi musalla taşına yatırılmak zorunda kaldı. 2001 Şubat krizinin ülkeye maliyeti yaklaşık 400 milyar lira TL civarindaydı. Ekonomi yüzde 9 dolayında küçülmüş,125 bin işyeri kapanmış, yüzde 30’a düşen enflasyon yüzde 70’i geçmiş, kişi başı milli gelir 725 Dolara düşmüş, en az 1.5 milyon insan işini kaybetmiş, Hazinenin ödediği faiz yüzde 100’ü geçmiş, ilk etapda büyük çoğunluğunun sahipleri holdingler olan irili ufaklı 24, fakat gerçekde 40 a yakın banka batarak piyasadan silinmiştir. Büyük özel bankalar dahi batma noktasına gelmiş, fakat bazı bürokratlar tarafından kurtarılması tavsiye edilerek, Ekonominin iyileşmez yaralar almasına meydan verilmemiştir. Batan bankaların sorumlularından hesap sorulamamış, iki tane banka sahibi günah keçisi seçilerek, hesap soruluyor gibi yapılıp gözler boyanmıştır.
Krizin yaralarının sarılabilmesi için süper yetkilerle donatılmış Merhum Kemal Derviş Ekonomi yönetiminin başına getirilmiş (Kemal Derviş Özaldan sonra Dünya Bankasında yetişmiş ender Ekonomistlerden biriydi.) 2001 yılında Stand-by kapsamında IMF ve Dünya Bankasından toplam da 14 milyar Dolara yakın kredi alınmış ve bu rakam ilerleyen tarihlerde faizleriyle birlikte 23 milyar doları bulmuştur. Bu kredilerin alınabilmesi için, IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleriyle Türkiye’nin Finansal yapısını düzenleme adı altında, biri Türk Tarımını bitirecek 15 yasa çıkartılmıştır. 23 Milyar Dolar bir kredi vermek için 15 tane kanun değiştirten güç, 300 milyar Dolar kredi vermek için ülkenin sınırlarını yeniden çizdirecekleri bilinmelidir. Bu yasalar hayata geçirildikten sonra, Kemal Derviş Bankacılık alanında 1999 yılında kurulan BDDK ve TMSF ye işlerlik kazandırarak kontrol mekanizmalarını geliştirmiş, Bankalarda Öz Kaynaklar ile riskler arasında, kontrolü sağlayan ve uluslararası bir kriter olarak uygulanan Sermaye Yeterlilik Rasyosunu, İsviçre’nin Basel kentindeki Uluslararası Bankacılık Denetim Komitesi, Dünya ortalamasını yüzde sekiz olarak belirlediği halde,Türk Bankalarında bu oranı yüzde 16 olarak uygulatmış (bugün bu oran yüzde 12 olarak uygulanmaktadır) ve bu uygulama bankacılık sistemini stabil hale getirmiştir.
Bütün Dünya da krizlerin meydana gelmesinin en önemli ana faktörlerinden biri bankalardır. Bankaların sermaye yapıları zayıflar ve sattıkları krediler geri dönmezse, Ülke Ekonomileri dizilmiş domino taşları gibi devrilir. Ekonomi tarihi boyunca bu böyle olmuş ve bundan sonra da böyle olacaktır.
Gelecek yazımızda, en az 20 yıl sürecek Tek Parti iktidarında sürdürülen Ekonomik durumun analizini yapacağız.