Bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü...
Türkeş’in başkanlık sistemini savunması 1960’ların sonu, 1970’lerin ilk yarısı gibi hayli geride kalmış bir dönemdedir. Ondan sonra Türkeş başkanlık sistemini ağzına almamış, fakat Dokuz Işık kitabının bu eski sayfaları yeni baskılarında yer almaya devam etmiştir.
Türkeş’in başkanlık sistemini savunması o kadar eskidir ki, Başbakan’ın okuduğu Dokuz Işık sayfalarında “Senatonun kaldırılması” savunulmakta, “Tek Meclis” istenilmektedir. 1980’de Senato zaten kaldırılmış, Türkiye “Tek Meclis”e dönmüştür. Merhum Türkeş de 1997’deki vefatına kadar bir defa olsun “başkanlık sistemi” dememiştir.
Konjonktür ve sistem
Bunları yazmaktaki amacım, bizde sistem tam oturmadığı için, siyasilerin konjonktüre göre sistem tartışması yaptıklarını belirtmektir. İşte bugün de AK Parti 2007 Seçim Bildirisi’nde “parlamenter sistem” diyordu, şimdi başkanlık sistemini tartışalım diyor.
Konjonktür hem önemlidir hem fazla kapılmamak için geçmişini ve geleceğini düşünmek gerekir. Merhum Türkeş’in ilk fikirleri, Türkiye’de radikalizm fırtınalarının estiği bir konjonktürde ortaya çıktı: Mesela “milliyetçi toplumculuk” dedi, sonra bıraktı... Faşizm benzeri bir korporatist sistem olduğu sonradan fark edilen “6 sosyal dilim” tezi ve 1977 Seçim Bildirisi’ndeki “bankaların devletleştirilmesi” gibi görüşler de kısa sürede terk edildi. Rahmetli Türkeş, piyasa ekonomisinin ön plana çıktığı 1980 sonrasında bunları ağzına almadı, partisini “merkez sağ” olarak tanımladı.
Zaten MHP hareketinde görülen çeşitli siyasi ve ekonomik öneriler hiçbir zaman esaslı bir fikir olarak benimsenmedi, konjonktüre göre değişti. Hareketin esas motivasyonu Türk milliyetçiliğiydi. Bir de Türkeş’in otoriter karizması.
MHP: Otoriter karizma
MHP hakkında okuduğum en ciddi akademik çalışma Mustafa Çalık’ın Siyasi Kültür ve Sosyolojinin Bazı Kavramları Açısından MHP Hareketi adlı eseridir.
1965 sonrasında insanların neden MHP’li olmaya başladığını araştıran Çalık, antikomünizm ve milliyetçilik duygularının yanında bu otoriter karizma faktörünü bulgulamıştır. İşte Çalık’ın ‘derinlemesine mülakat’ yaptığı kişilerin Türkeş hakkındaki beyanları:
“Baktım adam çok ciddi bir adam, sert ve otoriter. O anda gözüm tuttu...
Katiyen gülmüyor, gülümsemiyor. Çok ciddi adam...
Türkeş’in mizacı çok hoşuma gitti. Gayet otoriter, çok ciddi ve erkek adam. Böyle bir adamı yalnız bırakmamak lazım...” (s. 133-134)
Bugünkü Bahçeli’nin benzerliği ilginç değil mi?
Böyle bir hareket, ‘Başbuğ otuz yıl önce başkanlık sistemini savunmuş’ diye bugün tavır değiştirmez, değiştirmedi zaten.
Değiştirmek değil iyileştirmek
Bugün de iktidarın başkanlık sistemi arayışının “konjonktürel” olduğunu, Meclis’ten geçmeyeceğini, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda parlamenter sistemi iyileştirme yollarını arayacağını düşünüyorum ve temenni ediyorum.
Benim siyasi felsefemde “sistem değiştirmek” değil, sistemi iyileştirmek önceliklidir. Özal ve Demirel başkanlık sistemini isterken Türkiye 1990’larda koalisyonlar elinde debeleniyordu. O zaman da ben başkanlık sistemini değil, bölünmüş partileri birleştirici rolü olan yarı başkanlık sistemini savunmuştum.
Türkiye 2002’den beri sağın ve solun parçalanmışlığını aşmıştır. Yüzyıllık sistemimiz olan parlamentarizmi kaldırıp atmak yanlış olur; onu nasıl iyi işleteceğimizi tartışmalıyız.
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)