Bu hafta sahnelerin her daim kraliçesi Ayşe Yıldız Kenter son yolculuk haftası.
Hepimiz aslında tanıdık ve çoğumuz da alkışladık onu…herkesin sahiplendiği bir sanatçı. Uzun süre sahnede kaldı, akademik faaliyette bulundu, öğrencileri oldu ve ona değer veren, minnettar ve kıymetli sanatçılar yetiştirdi. Onların yeteneklerini geliştirip profesyonelleştirdi ve miras bıraktı. Herkesin dolu dolu bir hayat yaşadı dediği bu faaliyetler olmalıdır.
Yıldız Kenter anne ve babasının Londra’da tanıştıklarını söyler ancak babası Mehmet Naci Bey aslında Sanayi Devrimi ile ziyadesiyle gelişen Glasgow şehrine gider ama aslında burası mühendislik eğitimi için gelişmiş, ideal bir şehridir ve bazı Türk öğrenciler de buraya eğitime gönderilirler. Mesela Servet-i Fünun topluluğunun şairi Tevfik Fikret’in oğlu Haluk Fikret de burada mühendislik eğitimi almıştır. Diplomat olarak hariciyede görev yapan Mehmet Naci Bey burda nasıl bir eğitim almıştır bilinmez.
Yıldız Kenter’in anne ve babasının yollarının Londra’da kesişmesi ve annesinin bir İngiliz olması Türkiye’de yaşamında da öne çıkan ve kaldırılıp konulan birşeydi ve kendisini bu köşede anmak için bir şart olmamakla beraber kanaatimce hoş bir bağlantıdır. Ayrıca dünyanın başka şehirlerinde olduğu gibi Londra’da da sergilediği oyunlar ve ‘Ben Anadolu’ oyunu sanırım Londra’da ikamet eden epeyce kişi tarafından hatılanacaktır.
Nezaketi, alçakgönüllüğü, ilgisi, ve sahne yeteneği olarak isimlendirilen becerisini kendisi çocukluğundaki ‘gerçeküstü kahramanlar’ olarak nitelendirdiği ailesine bağlar. Kendisinin beyanatlarını okursanız annesinin çocuklara ve hayvan doslara duyduğu muhabbete şahit olursunuz. Kavganın da ama ille ki sevginin hiç eksik olmadığı bir evde büyüdüğünü, hayvanlarla iç içe yaşadığını ve hayatın dramını evinde tecrübe ettiğini kendisi dile getirmiştir. Bu durumu gözünüzün önüne getirince bizleri hümanist yapan faktörler arasında çocuk ve hayvan sevgisinin önemi akla geliyor.
Kendisiyle ilgili her yazı veya röportaj onun fakirliğine işaret ediyor ancak o bu fakirliğe rağmen mutlu bir aile olduklarını ve bunu da ancak herşeye rağmen sevgi ile başardıklarını belirtir. Ayrıca oyunculuğunun temellerinin de bu fakirlik ve kalabalıkla alakalı olduğunu belirtir. Çeşitli insan hallerinin ve duygularının kendisini, oyunculuğunu ve aktarma kabiliyetini etkilediğini ve şekillendirdiğini…tiyatroya da hep inandığını, sanatı ve doğayı sevdiğini. Halbuki annesi de tiyatrocu olmasına rağmen tiyatro ile ilgilenmesine izin verilmez ama bu başarılı insanlar da hep inatçı olur aslında…
Dedesi ile aynı kaderi paylaşan Leyla isimli bir kızı olur. Mehmet Naci Kenter ve Leyla Kenter, Hariciye Nezareti’ndeki görevleri yabancı bir şahıs ile evlenmeyi kaldıramaz. Bu yakın bir zamana kadar böyleydi. Silahlı Kuvvetler mensupluğu gibi ülke güvenliğini yakından ilgilendiren bir işte çalışıyorsanız yabancı uyruklu bir eşiniz olamaz. Olanı şartları içerisinde değerlendirdiğimizde sağlıklı bir uygulama aslında ama ailenin yaşamına da yön veren bir hal elbette. Bu durum ailenin varlıktan yokluğa düşmesine sebebiyet verir ama sanırım aynı zamanda olgunlaşıp gelişmesine ve de hayat bulmasına.
Maddi güçlükler, ilk oynadığı Shakespeare oyunu ve 16 Anadolu kadınının sesi olduğu ‘Ben Anadolu’ oyunu…”Oyuncu bir varmış, bir yokmuş. Tıpkı o söylencelerdeki kuş gibi kendi küllerinden tutuşan, ben de yüreğinizden kopacak kıvılcımlarla tutuşabilmek için yeniden eğiliyorum önünüzde” der en son bitirirken.
Anadolu tarihi, halkları, aşk, anlayış ve hoşgörü varken niçin silah diyor.
‘Sadece güzel bir yüz ve mütenasip bir vücut lazım değil insana…biraz zeka ve biraz bilgi de lazımdır’
Shakespeare’in ‘Onikinci Gece’sini bilmem ama Çehov’un ‘Martı’sına eminim gittiniz ve onu izleyip alkışladınız. Mevlana Barış Ödülü’nden Altın Portakal’a, Avni Dillgil’den diğer uluslararası örgütlerden veya devletlerden aldığı beğeni, alkış, taltif ve ödüller onun ölümüyle gazete haberlerinin dediği gibi ‘o her zaman bir efsane’…