Şimdi bu süreçle yüzleşiyoruz.
Bu yüzleşmeyi yararlı buluyorum çünkü kimlik çatışmalarının bütün dünyada yükselişe geçtiği çağımızda, geçmişte bu çatışmalarda yaşanmış büyük acıların öğrenilmesinde yarar var.
İtirazım, sadece Türklerin ve Türkiye’nin bunu yapmış gibi gösterilmesinedir.
Tarihi bütün olarak incelemek ve dersler çıkarmak başkadır, sadece bizim tarihimizi suçlamak başka...
Dönemin tarihine baktığımızda Balkanlar’da ve Kafkaslar’da yapılan katliam ve tehcirlere karşı bir tepki olarak Türk milliyetçiliğinin doğduğu görülecektir.
Kafkasya ve Balkanlar
Osmanlı “tehcir, etnik temizlik, homojenleştirme” denilen olguyla ilk defa, 1856’da Şeyh Şamil’in mağlup düşmesi üzerine Kafkasya’da yapılan Müslüman tehcir ve katliamıyla tanıştı: Kuzey Kafkasya’nın Ermenileştirilmesi ve Ruslaştırılması o zaman başladı. Dr. Tuncay Öğün’ün “Vilayât-ı Şarkiye Mültecileri” adlı araştırmasına göre, 1897’de bugünkü Ermenistan’da bile Erivan dışında Ermeniler azınlıktaydı! Bugün Ermenistan nüfusunun yüzde 98’i Ermeni’dir. Kafkas topraklarından 1.6 milyon Müslüman Anadolu’ya tehcir edildi, bunların yüzde 44’ü yollarda öldü, öldürüldü.
Osmanlı’nın yaşadığı ikinci şok, 1877 harbini izleyen Rumeli tehcir ve katliamlarıdır. Kemal Karpat “Osmanlı Nüfusu 1830-1914” adlı kitabında, 1877 savaşını takiben 300 bin Müslüman’ın katledilerek ve 1 milyon Müslüman’ın Anadolu’ya tehcir edilerek Tuna vilayetinde Müslüman varlığının sona erdirildiğini belgelerle ortaya koyar.
Bunu 1912 Balkan Harbi’ndeki büyük katliam ve tehcir faciası izledi. Sırp bölgesi hariç, kaybedilen toprakların nüfusu 2.9 milyondu, bunun 1 milyon 508 bini Müslüman’dı. Buraları ele geçiren Yunan ve Bulgar ulus devletleri Müslüman nüfusu adeta sıfırladı. Kendilerinden olmayan Hıristiyan ahaliye karşı da etnik temizlik yaptılar; Selanik’teki Osmanlı Yahudilerini de yok ettiler.
Anadolu’ya göçler
Karpat’a göre, 1856-1926 arasında 7 milyon Müslüman Kafkasya ve Balkanlar’dan Anadolu’ya tehcir edildi.
1912-1922 arasında yaşları 20-40 olan nüfusumuzun yüzde 40’ını savaşlarda, katliamlarda, açlık ve salgın hastalıklarda kaybettiğimizi de belirtmek gerekir.
1914 Osmanlı nüfusu hakkında Orhan Sakin’in “Osmanlı’da Etnik Yapı” adlı eserini önemle tavsiye ederim. Bu acılı göçmen nüfus bozkır Anadolu’ya sebze ve bahçe tarımını, şehir kültürünü getirdiler, Anadolu nüfusu yüksek oranlarda İslamlaştı, Türkleşti... Ve bir şey daha getirdiler: Yaşadıkları faciaların beslediği milliyetçi öfke!
Tehcir sırasında Ermenilerin maruz kaldığı korkunç acılarda bu öfkeli göçmen nüfusun payı birinci derecede önemlidir.
Lozan’da yapılan nüfus mübadelesinin de arkasında bu yüzyıllık faciaların duyguları vardır; birbirimizi kesmektense ayrılalım düşüncesi... Ancak unutulmamalıdır ki mübadele, Milletler Cemiyeti temsilcisi Dr. Fridtjof Nansen’in teklifi olarak masaya gelmiş ve taraflar bunu kabul etmişti.
Tarih tekerrür etmesin
1850’lerde başlayan bu uzun ve acılı tarih ister istemez İttihatçılarda ve ardından Kemalistlerde de homojen nüfus arayışına yol açtı.
Hatta Gökalp’in 1924’teki ölümünden sonra, Prof. Zafer Toprak’ın gösterdiği gibi, sosyolojik milliyetçilikten maalesef etnik milliyetçiliğe sapıldı!
“Tehcir çağı” dediğim o uzun ve korkunç acılarla örülmüş tarihi kesitte, bütün ülkelerde nesiller “farklı” olanı “öteki” olarak gördüler. Bugün o acılı tarihi tekrarlamayıp ders alacaksak, dahası, tekerrürünü önleyeceksek, o acıları bilmeliyiz, yüzleşmeliyiz. Bugünkü küreselleşme döneminde yükselen yeni kimlik çatışmalarının nelere yol açabileceği konusunda bir vizyon sahibi olabilmeliyiz.
Onun için yüzleşmeye evet, evetten öteye, lazımdır bu...
Fakat sadece Türkleri suçluymuş gibi göstermek, sadece bizim tarihimizi suçlamak!.. Hem tarihin gerçeklerine aykırıdır hem vicdanım isyan ediyor bu yeni cereyana...