YÜKSEK Askeri Şûra’nın Balyoz ve diğer davalarda tutuklu olarak yargılanmakta olan 40 general ve amirali emekliye ayırması Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinin en büyük tasfiye operasyonlarından biri olarak görülmelidir.

Bu aşamada tasfiyenin haklı mı haksız mı olduğunu bugünden söyleyebilecek bir durumda değiliz. Bunun nedeni, görevlerine son verilen bu general ve amirallere yüklenen suçların henüz kesinlik kazanmamış olmasıdır. Bu komutanlar, hukukun en temel ilkelerinden biri olan “masumiyet karinesi” çerçevesinde kesin karar çıkana kadar masum kabul edilmek durumundadır.
YAŞ kararının haklı olup olmadığı konusunda hükmü zaman verecektir.

UZUN YILLAR GÜNDEMDEN DÜŞMEYECEK

Önümüzdeki seçeneklerden biri, bu general ve amirallerin yargılama sonucu mahkûm olmalarıdır. Bu takdirde kararın isabet derecesi tartışılmayacaktır.
Bir diğer seçenek, tutukluların yargılama sonunda beraat etmeleridir. Bu takdirde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak kamuoyuna açıklanan bu tasarrufların büyük bir haksızlık olduğunu kabul etmemiz gerekecektir.
Bu arada, birinci derece mahkemede mahkûm olup temyiz aşamasında beraat eden sanıklar da çıkabilir. Sonuçta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar uzanacak ve çok uzun yıllara, belki de 10-15 yıla yayılabilecek bir süreçten söz ediyoruz.
Sonuçta şunu kesinlik içinde bugünden söyleyebiliriz: TSK’da başlamış olan bu tasfiye, AİHM süreci bitene kadar sancılı bir konu olarak Türkiye’nin gündemi üzerinde asılı durmaya devam edecektir.

YARGILAMA ÜZERİNDEKİ SORU İŞARETLERİ

Teorik düzeydeki bu olasılıklara karşılık, özellikle Balyoz davasının seyriyle ilgili çok ciddi soru işaretlerinin yargılama sürecinin üzerini kapladığını da değerlendirmeye almalıyız. Dün emekliye sevk edilen Balyoz sanığı general-amirallerin çoğu Birinci Ordu’da düzenlenen plan seminerine bile katılmamıştır. Çoğu “darbe planı” olduğu ileri sürülen imzasız bazı word belgelerinde adları geçtiği için tutukludur.
Üstelik bu “görevlendirme belgeleri”nin sahiciliğini çürüten ve bir bölümü Türkiye’nin saygın üniversiteleri tarafından verilmiş pek çok bilirkişi raporu mahkemeye sunulmuştur. Ayrıca, bazı delillerin problemli olduğunu görmek için bilirkişiye de gerek yoktur. Bir grup sanığın darbe belgelerinde yazılı olan tarihlerde yurtdışında olduklarını kanıtlamaları da sonucu değiştirmemiştir. Buna ek olarak, yargılamada ciddi usul hataları yapıldığı yolunda yaygın eleştiriler vardır. Örneğin, Balyoz davasında “delil değerlendirme” aşaması atlanarak hem yasaya hem de teamüllere aykırı bir durum yaratılmıştır.

Bütün bu çekincelerin üstüne çıkan bir durum daha var. Bu generallerin tutuklanmasına yol açan “Özel Yetkili Mahkemeler”, genelde tartışmalı uygulamaları nedeniyle hükümet ve parlamento tarafından tasfiye sürecine sokulmuş olan, deyim yerindeyse kapılarına mühür vurulmuş olan mahkemelerdir.

TSK’DAKİ LİYAKAT SİSTEMİ AŞINIYOR

Karşımıza çıkan en önemli sorunlardan biri, TSK’daki terfilerde geçerli olan liyakat sisteminin, en azından rekabet koşulları açısından ciddi bir şekilde çözülmekte, tersyüz edilmekte olmasıdır. Bunun nedeni, tutuklu subaylar kaçınılmaz olarak değerlendirme dışı bırakıldığı için, terfilerde gerçek rekabet koşullarının ortadan kalkmasıdır. Bu durumda, örneğin üst kademelerde eskiden iki ya da üç aday arasından seçim yapılırken, tek aday kaldığı için otomatik olarak o adayın terfisi yoluna gidilmektedir. Bunun en çarpıcı örneğine geçen yıl Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na yapılan atamada tanık olduk.

Bu durum, terfi alan komutanların, subayların bu mesleki başarıyı hak etmedikleri anlamına gelmiyor kuşkusuz. Ancak yine de TSK’da bazı terfilerin artık eskisi gibi zorlu bir sürecin sonucu ortaya çıkmadığı da objektif bir olgudur.
Dünkü kararların düşündürücü olan ve kamuoyunda dikkat çekmeyen bir başka boyutu daha var. Haberin öznesinin general-amiral rütbesindeki subaylar olması, hemen kamuoyunun ilgisini davet ediyor. Oysa özellikle Balyoz davasında sanık durumundaki kurmay albayların durumu da çok sancılı bir tabloya işaret ediyor. 2010 yılından bu yana tuğgeneralliğe ya da amiralliğe terfi sırası geldiği halde dosyası YAŞ’a sokulmayan, çok parlak sicil dosyalarına sahip çok sayıda kurmay albay var.

Çoğu bir ya da iki imzasız belgede adı geçtiği için tutuklu olan bu kurmay subayların bir bölümünün kariyer ilerlemesi 2010 YAŞ’ından beri yerinde sayıyor. Her yıl terfi sırası geldiği halde fileye takılanlarla liste giderek büyüyor ve bu subaylar yarışta geride kalıyorlar.
Terfilerle ilgili temel sorun şurada yatıyor. Kara Kuvvetleri çok büyük bir organizasyon olduğu için Balyoz ve diğer davalardan sanıldığı kadar etkilenmiyor. En azından sıkıntıyı “absorbe” edebiliyor, operasyonal yeteneği zafiyete düşmüyor. Dev bir ağacın üç-dört dalının kesilmesi çok büyük bir etki yaratmayabilir. Ancak Deniz ve Hava Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri’ne kıyasla daha küçük, daha butik organizasyonlar oldukları için, burada ağacın ciddi bir şekilde budanması söz konusu oluyor.

Üstelik kurmay albaylara, yarbaylara kadar yayılan etkisi nedeniyle, Balyoz gibi davaların yol açtığı sonuçlar budamanın ötesinde bu iki kuvvetin gövdelerinin yanı sıra köklerine kadar iniyor.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)