Önceki yıl Van’ın Gevaş ilçesindeki tarihi Akdamar Kilisesi’ne düzenlenen ayin ile ‘haç’ takılmıştı. O zaman “umarız Türkiye ile Ermenistan ilişkilerinde yeniden olumlu bir gelişmenin başlamasına vesile olur” dieyerek düşüncelerimi dile getirmiştim


Kiliseye takılan bir tek ‘haç’ ile tarihi kırgınlıkların son bulması beklenemese de, bunun  barışa giden yolda atılan, küçümsenmeyecek önemde bir adım olduğuna inananlardanım.


Eğer farklı dini sembollerin toplumlar arasındaki buzları eritmede olumlu etkileri olacaksa, tabii ki, ‘haç’ ya da ‘hilal’ bu amaç için en uygun semboller bence.  


İnançlar, tutuculuk boyutuna getirildiğinde semboller de kavga  veya savaşın nedeni oluverirler kolayca.


Semboller konusundaki titizliğinden ötürü Müslümanları suçlamayı adet haline getiren Batı’nın da aslında bu konuda sicili hiç de temiz sayılmaz. Müslüman dünyaya yönelik Haçlı Seferleri’nin, Haç’a yüklenen kutsal anlamdan yola çıkılarak gerçekleştirildiği, tarihlerde yazılıdır.


Aslında farklı fikirlerin çatışması sadece günümüzün olgusu değil. Farklı inançlar ve düşünceler hep vardı. Zaman zaman şekil değiştirip dini motiflere büründürülmesinin dışında  bu çatışmalar hep olageldi insanlığın her döneminde.


Dinlerin, toplumlar üzerindeki nüfuz kavgalarının beraberinde tutuculuğu getirmesi olgusu da yeni değil. Yeni olmadığı gibi belli bir dine has durum da değil bu. Bugün Müslümanlara atfedildiğine bakmayın, aslında tutuculuk Hristiyan aleminde de rastlanılan bir mefhumdu düne kadar.


Hatta, rahipler, karşı dinin mensuplarını “düşman” olarak addediyorlardı 50’li yıllara kadar. Özellikle son yıllarda gerçekleşen –ve iyi niyetli olduğuna inanmak istediğim-  ‘dinlerarası diyalog ile hoşgörü’ girişimleri neticesi, Kilise’nin kapıları Müslümanlara da açılmış oldu.


Zorunlu hallerin dışında Hristiyan ve Müslüman dinin mensuplarına aynı ortamlarda sıkca rastlanmazdı pek.


Mesafeli duruş bir yana, çok yakın zamanlara kadar düşmanlığa varan bir husumet sözkonusu olduğundan, Akdamar Kilisesi’ne asılan ‘haç’ın anlamı daha iyi anlaşılıyor şüphesiz.


Türkiye Hükümeti ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Akdamar Kilisesi’ne haç takılmasına ve ibadete açılmasına bizzat destek vermelerine karşılık Batı’da hala ‘haç’ dokunulmaz sembollerden biri olmaya devam ediyor.


Kilise kültüründe katı kurallar ve geleneklerin varlığı bilinmeyen bir şey değil. Bizzat Londra’da tanık olduğum bir örneği paylaşırsam, söylemek istediklerim daha iyi anlaşılacak…


Bir dönem Britanya Müslümanlarının en popüler simalarından biri olan ve halen yaşamını memleketi olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde sürdüren Nakşibendi Şeyhi Nazım Kıbrısî, Bruney Sultanı’nın maddi desteği ile Kuzey Londra’daki eski bir rahibe okulunu satın alarak ‘Dergah’ haline getirdi. Kiliseye ait tarihi binaya 90’lı yılların ortasında yaklaşık 6 milyon sterlin ödendi ve restore edilerek içerisinde camii, dersane, toplantı salonu gibi çok amaçlı kullanılacak bölümlerin bulunduğu bir İslami Kültür Merkezi haline getirildi.


Kimine göre “rahibe yetiştiren okul artık Müslümanlara hizmet vermeye başlamıştı.” ‘Şeyh Nazım Dergahı’ ya da diğer adıyla İslam Kültür Merkezi için 1996 yılında görkemli bir açılış töreni düzenlendi. Açılış kurdelasını da, son yıllarda ‘laik-ulusalcıların’ lideri haline gelen zamanın KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Şeyh Nazım ile birlikte “hayırlı olsun” dilekleriyle kesti.


Eski rahibe okulu, yeni İslam Kültür Merkezi halen Kuzey Londra’nın Haringey bölgesinde St. Ann’s Road üzerinde bir kısmı cami olarak hizmetini sürdürüyor…


Ancak, yeni sahiplerinin bütün girişimlerine rağmen binanın içi Müslüman topluma hizmet eder hale getirilmesine rağmen dış görünüşü hala rahibe okulundan kalma sembolleri barındırmaya devam ediyor. Çatıda bulunan ‘haç’ların indirilmesine yerel yönetim hiçbir zaman izin vermedi.


Mimari ya da dini sembollerin dokunulmazlığı türü gerekçelerden hangisi öne sürülmüştür bilemem ama gerekçesi her ne olursa olsun tepedeki o ‘haç’lara dokunulamadı.


Yani, Nakşibendi Şeyhi Nazım Kıbrısi’nin 6 milyon sterlin gibi ciddi bir harcama yaparak ‘Dergah’ haline getirdiği sözkonusu bina dış görünüş itibarı ile hala Hristiyanlığın en önemli sembolü olan ‘haç’a ev sahipliği yapıyor.


Bu binanın müslümanlara ait olduğunu gösteren tek işaret, avlu kapısının üzerine iliştirilen teneke bir ‘hilal’den ibaret.


Bir de yan binadaki ‘Şeyh Nazım Hakkani Dergahı’ tabelasından…

Demem o ki, milyonlarca sterlin verip satın almak bile bir dini sembolü oradan kaldırmaya yetmiyor.


Bundan amacım, yeni tartışma başlatmak değil elbette. Kendilerinin olduğu kadar başka dinin sembollerine hoşgörü tavrı Müslümanlarda yaygın olduğundan bunu sorun yapan da yok zaten. Bunu hatırlatmadaki amacım, dinlerarası ilişkilerde bu tür psikolojik engellerin aşılmasının aslında kolay olmadığını ifade etmek.


“Akdamar’a asılan Haç, hoşgörü konusunda umarız ders olur”
diyerek geleceğe dönük ümitlerimi dile getirmiştim…


Hala bu ümüdimi yitirmiş değilim…