Seçimler dörde ayrılır. Erken seçimler, geç seçimler, mecburi seçimler, serbest seçimler! Seçim demek karar vermek, alternatif, beğenmek, bulmak, istemek, gözüne kestirmek anlamlarında da kullanılabilir. Bir de kesinlikle bizim seçemediğimiz, karar veremediğimiz, elimizde olmayan durumlar vardır! Nerede, nasıl dünyaya geleceğimizi, annemizin babamızın kim olacağını, 18 yaşına kadar nasıl ve nerede, kimlerle yaşayacağımızı biz seçemeyiz! Bazen bir apartmanda yönetici seçimi yapı lır.8-10 ev sahibi veya kiracı katılır. Bazen de kocaman coğrafyası olan, milyonlarca nüfusu olan bir ülkenin yöneticilerinin seçimi yapılır. Aslında tüm hayatımız hep seçimle geçer. Kahvaltıda ne yiyeceğimizi seçeriz! Evden dışarı çıkarken ne giyeceğimize karar veririz! Ayakkabı satın alırken rengini, biçimini tercih ederiz! Hangi işi yapacağımıza karar veririz! Din adamları burada kader kavramını devreye sokarlar!
Evliliğin, ölümün, mesleğin elimizde olmadığını ve külli irade tarafından belirlendiğini iddia ederler! Bazı din adamları her şeyin külli irade tarafından belirlendiğini, bizim sadece rol yaptığımızı ama cüzi irade ile rolümüzü hangi randımanla ,nasıl bir yetenekle oynayabileceğimizi belirlediğimizi ileri sürerler. Bilim adamları ise dünyaya gelişimiz hariç her şeyin bizim tercihlerimizden, akıl ve zeka seviyemizden kaynaklandığını söylerler. Bazı insanlar kendi istediklerini seçtirene kadar sana sürekli seçim yaptırırlar. Kurnaz bir ayakkabıcı veya elbiseci elinden çıkartması gereken malı sana tercih ettirene kadar senin altından girer, üstünden çıkar ve dediğini de sana yaptırır ama sen sanırsın ki buna sen karar verdin! Eğer gerçekten sen seçiyorsan, eğer gerçekten hür iradenle sen seçiyorsan, seçimin iyi de olsa, kötü de olsa bu iyi bir şeydir. Ama aslına bakarsan senin seçtiğin hiçbir şey yoktur! Reklamlar, propagandalar, tehditler, kampanyalar, baskılar, şartlar nedeniyle öyle bir ablukaya alınırsın ki, seçen sen gibi görünüyorsan da, seçen ve bunu senin elin ile yaptıran başkalarıdır. Savcısındır. Düzenlediğin iddianameyi başkalarının emirleri ile düzenlemişsindir. Hür iraden, hür vicdanın abluka ve ipotek altına alınmıştır. Yargıç sensindir ama verdiğin karar senin hür vicdanına ait değildir. Hatta bazen dersin ki, hatta resmi açıklama yaparsın ki ‘’İçime sinmedi ,benim de vicdanım sızladı ama kanunlar gereği bu hükmü vermek zorunda kaldım!’’. Fırıncısındır ama belediye, fırıncılar odası sana imal ettiğin ve pişirdiğin ekmekleri senin belirlediğin fiyattan satmana izin vermez.
Hatta sen bir liraya satabilirim. Bu ekmeğin hakkı budur dersin ama yetkililer veya kendilerini yetkili sananlar ‘’hayır bir buçuk liraya satacaksın!’’ derler. Senin ucuza satmana bile izin vermezler! Başını örtmek istemezsin genç kız olarak ama gelenekler, mahalle baskısı, aile baskısı, din psikolojisi seni başını örtme yönünde tercih kullanmana iter! Sen de zenginler gibi yat, villa, özel uçak ve helikopter, yalı, lüks otomobil almak istersin ama şartlar seni sadece belediye veya halk otobüslerine binmeye teşvik eder. Sen de büyük bir şirkete genel müdür veya patron olmak istersin ama şartların gereği sadece madende 1200 lira asgari ücret maaşı ile çalışırsın ve şartlar gereği orada yeterli güvenlik seviyeleri sağlanamadığı için 30 yaşına gelmeden ölürsün! Külli irade mi? Cüzi irade mi? Allah’ın iradesi ile mi yaşıyoruz veya Allah bize bu dünyada karar özgürlüğü mü vermiş?
Kader mi? İnsan iradesi mi? Yıllardır bunları düşündüm! Daha doğrusu şartlar ve neticeler bana bunları düşündürttü! Sonra birden sigaradan kendimi nasıl kurtardığım aklıma geldi! Sonra yine acaba sigara içmem ve sigaradan yakamı sıyırmam da mı kaderdi diye çelişkiye, tereddüt içine düştüm! Hatta bazen bu beyin ve bu zihin bana mı aittir yoksa sınırsız, başlangıcı olmayan, sonsuz başka bir beyine, zihne mi ait ve bağlantılı olduğunu düşünüp durdum! Belki düşünmek, düşünülecek konu, düşünmemek, işte bunlar bile bana ait değildir! Ama tamamen o bana ait değil, bu benim elimde değil diye bir psikoloji içine girip kendimi terk edersem ve kendimi teslim edersem o zaman da kendimi bitki, koyun, böcek gibi hissediyorum. Belki de bitkilerin, böceklerin, koyunların zihinlerinden, beyinlerinden sadece yüzde, hatta binde, belki de milyonda bir fazlalığımız vardır bizim mevcut beyinlerimizde!
Hatta bazen bitkilerin, böceklerin, çiçeklerin, kuşların, kedilerin, köpeklerin insanlardan daha zeki olduklarını düşündüğüm anlar da olabiliyor! Seçimler dörde ayrılır demiştim! Bu tezim belki bin yıl sonra gerçek olabilir. Ama şimdi, bu güne kadar, günümüzde seçimler sadece bir çeşittir! Önüne ne konursa yersin! uyu dediklerinde zıbarır uyursun, kalk dediklerinde yataktan fırlarsın! Karga kadar beyni olmayan insanlar senin, ailenin, çocukların ve geleceğiniz hakkında karar verirler ve bunun için senin kazandığın paranın on, yüz, bin katını onlara vermek için senin emeğinden, yeteneğinden, terinden azgın hırsızlar gibi çalarlar! Bitkilerden, böceklerden, kuşlardan, evcil ve yabani hayvanlardan, tavuklardan ve ineklerden akıllı olduğumuzu iddia ettik! Bu yetmedi, Müslümanların Yahudilerden, Hıristiyanlardan, diğer dinlerden akıllı olduğunu iddia ettik! Türklerin diğer milletlerden akıllı olduğunu iddia ettik! Akıl, zihin, güç, irade ne demek acaba! Bu yazdıklarımı yazmaya ben mi karar verdim? Siz bu yazdıklarımı okumak istediniz mi? Türkiye’yi Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra yönetenlere teşekkür ediyorum! Beni filozof, şair ve deli yaptılar! Özellikle kendimi 13 yıldır hayvan tezeği gibi hissediyorum ve boynumu, bacağımı ısıran sineklere bile tepki gösterecek mecalim yoktur! Çok eskiden kaşını kaldırıp bana bakan insanlara ‘’ ne bakıyorsun lan !’’deyip dalardım!
Şimdi birileri suratıma sövse, enseme tokat atsa, duyacak, hissedecek mecalim yok! Kendimi suyu sıkılmış ve çürümüş limon kabuğu gibi hissediyorum. Posası bile değilim yani! Neden yaratıldım? Neden bu dünyaya gönderildim? Neden yaşıyorum? Hiç umursamıyorum artık! Kayıp bir çocuk vardı! Çok mutlu, saf, büyümek isteyen bir çocuk! Şimdi o çocuk büyüdü mü yoksa daha da mı küçüldü bilmiyorum! Aslında o çocuk çok büyüktü! Peri padişahının, Kaf dağının ardındaki sultanın oğluydu! O çocuğu kaybettim! O çocuğu aramak için kilometreler, miller kat ettim! Sonra bilenler o çocuğun öldüğünü söylediler bana! Aramaktan vazgeçtim! Öldüğüne inandırdılar beni! Onunla ilgili hiçbir canlı varlık ve cansız nesne de kalmamış! Onunla birlikte hepsi ölmüş! Kasım ayında erken seçim mi yapacaksınız? ne olacak? Kayıp çocuğu bana bulacak mısınız? Veya beni Onun yanına mı götüreceksiniz? İntikam, hırs, kalleşlik uğruna mesleki yemininin ve insanlık onurunun üstüne pisleyerek ,seçmek zorunda bırakıldıkları iddianamelerin, hükümlerin ardından meçhul diyarlara firar eden savcılar, hakimler yanlarında binlerce, milyonlarca ölü çocuğun, öldürdükleri çocuğun feryat ve figanlarını götürdüler! Bu alemden başka hangi alemler var? Bilmiyorum ama bana veya başkalarına ait olan aklım bu alemden sonra bir çok alemin daha olduğunu bana söylüyor ve bundan sonraki alemlerde çocukları ve çocukluktaki cennetleri katleden, öldüren, yakıp yıkan cellatların tüm alemlerde sonsuza kadar korku ile kaçacakları konusunda bana garanti veriyor.
Özet olarak bu dünyada günümüze kadar hiç seçim olmadı ve daha en az bin yıl hiç olmayacaktır! Yapılan seçimlerin hepsi göstermelik tiyatro oyunlarıdır ve artistlerin, aktörlerin, figüranların o oyunları ve oyunların neticelerini bile oynamaya yetenekleri yok, ağızlarına yüzlerine bulaştırıyorlar ! Siyaset problem üretme değil, çözüm üretme sanatıymış! Hadi be! Ağzınızdan bal akıyor valla! Adalet mülkün temeliymiş! Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Yüce Türk Milleti adına ve hür vicdanları ile karar veriyorlarmış! Hadi be! Önce karar ver, hapishanelere koy, sonra 5-6 sene ‘’ Kusura bakma yanlışlık olmuş!’’ diyerek hapishanelerden tahliye et, sonra da Ermenistan’a firar et, pardon hicret et! Kuşlar, çiçekler, ağaçlar, böcekler, inekler, kargalar, tavuklar, koyunlar, keçiler böyle hata yapıyorlar mı? Hayvanları 6 sene kafeste hapsetsen ve sonra "Kusura bakma, seni yanlış yere hapsetmişim’’ deyip bıraksan, o hayvan sana bir daha güvenir mi? Çiçeklere su yerine mazot döksen o çiçekler bir daha sana gülümser mi? Belki de biz cennette kuş veya çiçektik, böcektik!
Ama cennette bir günah işledik ve ceza olarak, bedel olarak bu dünyada insan kılığı ile yaşamaya mahkum edildik!