Bu aralar galiba sevgili Rus komşum Olga’yı kıskanmaya başladım. 

Oysa geçtiğimiz yıllar boyunca ne çok şey paylaşmıştık, kimi zaman gülmüş kimi zaman ağlamıştık.

Hayat şartları bizi komşuluktan öte gerçek bir dostluğa götürmüştü.

Hatta zamanla O Türk yemeklerine bense Rus yemeklerine hayran olmuştum.


Çocuklardan fırsat bulduğumuz zamanlarda çayımızı koyar bol bol eskileri anlatır, dertleşirdik.

İkimizin son derece farklı iki ayrı ülkenin asker ailelerinden geliyor oluşu ilginç konuları da beraberinde getirirdi.

 

Olga, gerçek bir Kominist ailesinden geliyor. O zamanın asker ailesinin bir üyesi olarak, o zorlukları birebir yaşamış.

Şimdi ise o hayatın nasıl olduğunu bilmeden Kominist yaşama hayran olanlara sadece gülümsemekle yetiniyor.


Hayatımda tanıdığım en disiplinli insandır. Bu disiplini bizlerin hayatına bile çoğu zaman ışık tutmuştur.

Kızım bile bugün harika piano çalıyor ve yıllardır bale yapıyorsa bunu O’na borçluyuz. 


Sanat’ın her alanının ciddi bir hayranıdır. Hangi etkinliğe gitmek istese eksik olmasın beni de unutmaz hep yanında götürür. 


Peki bu kadar güzel şeyler paylaştığım bir insanı kıskanmam mümkün mü?



Bundan bir kaç ay önce Moskova Şehir Balesinin sergilediği Rus besteci Çaykovski’nin son bestesi Fındıkkıran balesine (The Nutcracker)gittik.

itiraf etmek gerekirse hayatımda izlediğim en güzel bale gösterisiydi.Hatta bir ara Olga’nın kulağına eğilip “Ülkenle ne kadar gurur duysan azdır” diyerek  O’nun mutlulukla gülümsemesine sebeb olmuştum.

Önümüzdeki iki haftanın programı ise şöyle; önce Rusya’nın en meşhur pianistlerinden Denis Matsuev’in piano resitaline biletimiz var. Bu konserden hemen iki gün sonra ise yine Çaykovski’nin ünlü eseri Kuğu Gölü balesi’ni izlemeye gidiyoruz.


Galiba beni kıskandıran komşum değil onun ülkesi!


Rusya gibi çalkantıları hiç bitmeyen, SSCB’nin dağılmasıyla dibe vurup şimdilerde süper güç olma yolunda ilerleyen bir ülkenin sanat’a olan bağlılığı, tutkusu, disiplini ve başarılarıdır.


Ve malesef ben yine en klasik sorudayım. Peki bizim eksiğimiz ne? 

Üç tarafı denizlerle kaplı bir ülke. Aynı anda dört mevsimi yaşayabilen bir cennet. IQ seviyesi, beden gücü tartışılmaz bir millet.

Spor’a bakıyorsun tek kelime ile yerlerdeyiz. 

Olimpiyatlarda aldığımız 2-3  madalya genç nüfusun bu kadar çok olduğu bir ülke için tam bir fiyaskodur. Futbol’a baksan şike suçlamalarının dışında 5 gol yemesek sevinir olduk.

 

Müzik desen bizim de bir Fazıl Say’ımız var ama oda kendini siyasete fazla kaptırdığından, siyasi söylemlerini dinlemekten sanatını unuttuk. Çünkü O da biliyor ki bu şekilde sivri çıkışlar yapmasa Türkiye’de yok olup gidecek. Çünkü Türkiye’nin kuralları belli. Sivrilmezsen, birilerine çatmazsan hiç bir alanda sesini duyuramazsın. 


Gençlere ve halkın geneline bakıyorsun Sanat,Spor kimin umrunda, varsa yoksa siyaset ve klavye kahramanlığı!

Artık kimse bilgisayarın başından ayrılmıyor. Sürekli yazıyor, küfrediyor,devrimler yapıyor, savaşları durduruyor sonra bu yazdıklarına karşılık başı belaya girmesin diye bir de kanuni yazı yayınlıyor tamam işte.

İşte Türkiye manzarası bu. Hiç bir alanda elle tutulur hiç bir başarımız yok.  Biliyorum ki Londra’nın merkezinde hiç bir zaman Türkiye’ye ait bir bale gösterisi veya bir müzikal izlemek bizim nesil için mümkün olmayacak. Spor desen belki bir kaç Afrikalı sporcuyu TC vatandaşı yaparsak ne mutlu…

Peki gerçekten bizim eksiğimiz ne?