Birleşik Krallık 23 Haziran 2016 tarihinde yapılan bir referandum ile Avrupa'yı ve tüm dünyayı ilgilendiren önemli bir karar aldı. Britanyalılar bu referandum ile ülkelerinin Avrupa Birliği'nden çıkmasını onayladılar. Bugün, üzerinden bir yıl geçen bu referandumun sonucu Birleşik Krallık'ta tartışılıyor. 

Kararın doğru olduğunu savunanlar ile yanlış olduğunu savunanlar kendi görüşlerinin haklılığını ve meşruiyetini birbirlerine anlatmaya, hukuki ve siyasi gerekçelendirmelerini ortaya koymaya çalışıyorlar. Aynı konuda yeniden bir referandum yapılmasını savunanlar da var. Kamuoyu araştırmaları Avrupa Birliği ile Birleşik Krallık arasındaki ilişkiler hakkında yeniden bir referandum yapılsa bugün farklı bir sonucun çıkabileceğini  belirtiyorlar.

Bu tartışmaların sebebi nedir? Birleşik Krallık 23 Haziran 2016'da AB'den ayrılıp ayrılmama konusunda bir referandum düzenlemekle yanlış mı yapmıştır? Demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve düşünce özgürlüğünün temel prensipler olarak kabul edildiği çağdaş bir ülkede belli konularda halkın görüşüne başvurulması doğru değil midir? Yöntem doğru olsa bile, halkın görüşüne başvurulduktan sonra ortaya çıkan sonuç mutlaka en doğru sonuç mudur? Halkın görüşü aynı konuda bir süre sonra soru yeniden sorulduğunda değişemez mi? Değişirse demokrasiden sapılmış mı olur? 

Birleşik Krallık bu konuları tartışıyor. Aslında son bir yıldır tartışıyor ama tartışmaların yeni bir ivme kazanması İşçi Partisi'nin iktidar olduğu yıllarda Dışişleri Bakanlığı yapmış olan David Miliband bu konuda güçlü bir görüş ortaya koyunca daha da yoğunlaştı.

David Miliband, "Brexit" kararının ülkenin tarihinde görülmemiş bir zararla sonuçlanacağını, Birleşik Krallık'ın bu konudaki nihai düzenleme ile ilgili kararının ya yeni bir referandum ile ya da parlamentoda yapılacak bir oylama ile verilmesi gerektiğini savunuyor.

David Miliband Birleşik Krallık'ın yakın tarihinde önemli bir siyasetçi. 2010 yılında İşçi Partisi seçimleri kaybedince Parti'nin yeni liderliği için yapılan seçimde kardeşi Edward (Ed) ile yarışmış, seçimi Ed kazanınca da David siyasetten uzaklaşmıştı. 

2015 yılında yapılan seçimlerde İşçi Partisi büyük bir kayıpla karşılaşınca bu defa Ed Miliband istifa etmiş, yerine Jeremy Corbyn seçilmişti. Bugün İşçi Partisi çevrelerinde 2010 yılında Ed yerine David Miliband'in seçilmiş olması halinde İşçi Partisi'nin zayıflamayacağını, dolayısıyla David'in yeniden siyasete dönerek partinin başına geçmesi gerektiğini savunanlar var. David Miliband'in son çıkışını da bu yönde bir işaret olarak algılayanlar mevcut.

David Miliband'in ortaya koyduğu görüşlerde dikkati çeken unsurlar çok. Örneğin, "halk referandum sonucuna saygı göstermemiz gerektiğini düşünüyor" diyor Miliband ve devam ediyor: "Elbette. Ama demokrasi 23 Haziran 2016'da bitmedi. Eğer ülke bir uçurumdan aşağı yuvarlanacaksa referandum bir mazeret olarak kullanılmamalıdır. Milletvekilleri karar verme sürecinde rol üstlenmelidirler... AB sadece ekonomiden ibaret bir birliktelik değildir. AB aynı zamanda bir siyaset ve toplum vizyonudur. Biz de bu temelde mücadele vermeliyiz...Macron ve Merkel'in Avrupa'sı çoğulculuk, azınlık hakları, hukuk devleti ve uluslararası işbirliği temelleri üzerinde yükselecektir, sadece bir 'ortak pazar' üzerinde değil."

Birleşik Krallık'ta AB'den ayrılma konusunda karar verenlerin 23 Haziran 2016 referandumunda daha etkin olmalarının sebeplerinden birini AB'yi sadece "tek pazar" olarak görmek istemeleri oluşturuyor. Bugün Birleşik Krallık'ın AB'den ayrılma sürecindeki müzakerelerin önemli bir unsuru da zaten bu konu. Hükümet "tek pazar"dan ayrılmak istemiyor. Ama "serbest dolaşım" konusunda da AB'nin kurallarının aşırı liberal olduğunu,  Birleşik Krallık'ın daha sıkı politikalar izleyeceğini belirtiyor. AB de, "serbest dolaşım ve tek pazar birlikte olur, birinde olup diğerinde olmamak düşünülemez" diyerek Londra'ya kırmızı kartı gösteriyor.

Miliband bu konudaki görüşlerini dile getirdiği ve 12 Ağustos tarihli "Observer"da yayımlanan makalesinde "tek pazar"ın da Birleşik Krallık'ta yanlış yorumlandığını, bu ifadenin salt "pazar" anlamına gelmediğini, bu kavram ile ortaya adil bir toplum anlayışının konulduğunu, bu anlayışla çalışanların haklarından tekelciliğin engellenmesine varana kadar birçok faktörü düzenleyen bir vizyon bütünlüğünün  oluştuğunu, aksi takdirde ortaya çıkacak olan alternatifin ise sadece bir "pazar toplumu" olacağını vurguluyor.

David Miliband'in makalesinin temelini ise tüm dünyada otoriter liderliğin yükselişinden duyduğu endişe oluşturuyor. Demokratik dünyanın "otoriterler" ile "çoğulcular" arasında bölündüğünü, bu konunun sadece Rusya ve Çin ile ilgili olmadığını, Venezuela örneğinin de gözden kaçırılmaması gerektiğini, AB içinde de Polonya ve Macaristan'ın AB taahhütlerine bağlı kalması için çaba gösterilmesi gerektiğini, Birleşik Krallık'ın AB'den ayrılmasının bu çabaları da zayıflatacağını belirtiyor David Miliband.

(Hürriyet'ten)