Türkiye-Almanya ilişkilerinin en gergin döneminden geçiyoruz. Gerginlik yatışmak yerine karşılıklı suçlamalarla sürekli biçimde tırmanıyor. Türkiye'de bazı çevrelerde bu durumun "seçim öncesi popülizm uygulaması"ndan kaynaklandığı şeklinde yorumlar yapılıyor. Bu tür yorumlar yapıldıkça 24 Eylül'de Almanya'da yapılacak seçimlerden sonra ikili ilişkilerdeki olumsuz gidişin düzeleceği sanılıyor.
Dış politikanın yanlış varsayımlar üzerinden kurgulanmasının büyük hayal kırıklıklarıyla sonuçlanması kaçınılmazdır. Türkiye-Almanya ilişkileri uzun sürecek bir krizin içinde. Bu krizin Almanya'da yapılacak seçimlerden sonra yeni bir parlamentonun oluşması ve yeni bir hükümetin kurulmasıyla birlikte sona ereceğini sanmak hayalcilik olur. Üstelik bu kriz sadece Türkiye'nin Almanya ile ikili ilişkilerini değil, Türkiye'nin AB ile ilişkilerini de olumsuz olarak etkileyecek.
Türkiye'nin AB üyeliğine Almanya'nın yıllardan beri sıcak bakmadığını Avrupa'da da Türkiye'de de bilmeyen yok. İktidardaki Hristiyan Demokrat Birliği partisi, kısa süre önce yaşamını yitiren Helmut Kohl'ün döneminden beri Türkiye'nin AB üyeliği konusuna olumsuz bakan bir politika izleyegelmiştir. Helmut Kohl tarafından partinin liderliğine yükselmesine yardımcı olunan Angela Merkel de partisinin bu konudaki politikasını önemli bir değişikliğe uğratmadan korumuştur.
Almanya, Kıbrıs sorunu gibi Türkiye'nin AB üyeliğini engelleyen faktörler olarak görülen konular ön planda olduğu sıralarda kendi politikasını bu kadar yüksek sesle dile getirmeye ihtiyaç duymamıştır. Almanya gelişen ikili siyasi ve ekonomik ilişkiler ile Almanya'da yaşayan ve sayıları üç milyonun üzerinde olduğu bilinen Türkiye kökenli Almanya vatandaşlarının iki ülke arasında oluşturdukları bağı önemsemiştir. Bu durum Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bozulmasını engellemiştir.
Almanya açısından bakıldığında, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan, Fransa, Avusturya gibi ülkeler Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olumsuz tutumlarını dile getirdikçe, bunların gölgesinde kalmak tercih edilmiş ve bu politika Almanya'yı ön plana çıkmaktan korumuştur. Oysa Angela Merkel'in fırsat buldukça Türkiye'nin AB üyelik müzakerelerinin ucu açık bir süreç olduğunu söylediği hatırlanacak olursa, Almanya'nın gerçek resmi politikasının ne yönde olduğu sorusunun yanıtı net biçimde ortaya çıkar.
Son zamanlarda Angela Merkel'in Türkiye'nin AB üyeliği konusundaki tutumunu daha net şekilde ortaya koymasının nedenlerinin başında Türkiye'nin Almanya ile olan ilişkilerinin onarılması güç biçimde bozulması geliyor. Sadece Almanya ile mi? Türkiye son yıllarda başta ABD olmak üzere bütün dostları ve müttefikleriyle ilişkilerini bozan bir dış politikayı "başarıyla" sürdürdüğünden, bu dost ve müttefiklerin Türkiye ile olan ilişkilerini kollamak için uğraşmalarına da gerek kalmıyor.
Almanya, gerek Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin, gerek Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye hakkında aldığı kararlara rağmen, Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerinde bir kopma olmaması için epey gayret gösterdi. Anayasa referandumunu takip eden süreçte Almanya Türkiye'nin Gümrük Birliği ile ilgili reform taleplerine de olumlu bakarak bu konuyu AB-Türkiye ilişkilerinin sürdürülebilirliğinin güvencesi olarak görmeye devam etti. Ancak artık bu yaklaşımından vazgeçtiği anlaşılıyor.
Merkel önce gümrük birliği reformunun gündemden düştüğünü ilan etti, ardından da Türkiye ile üyelik müzakerelerinin durdurulmasını desteklediğini açıkladı. Bu değişikliğin ve Almanya'nın Türkiye ile ilgili tutumunu artık açıkça dile getirmesinin tek sebebi var. Almanya Türkiye'ye insan hakları ve temel hak ve özgürlükler optiğinden bakıyor. Bu bakış açısıyla hareket ettiğinde Türkiye'de Alman vatandaşlarının da tutuklanmasını AB kriterleriyle bağdaştıramıyor.
AB Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Dış İlişkilerden sorumlu AB Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini'nin Türkiye'nin AB için önemli bir ortak olduğunu ve ilişkilerin süreceğini açıklaması, hatta bunları söylerken dolaylı olarak Almanya'da bu konunun iç politika malzemesi yapıldığını ima etmesi Türkiye'de bazı çevreleri rahatlatmış olabilir. Brüksel, kurumsal sorumluluk gereği, Türkiye'nin AB macerası konusunda kurallara ve mutabakatlara bağlı kalan bir söylem kullanmak durumundadır ve böyle yapmaya da devam edecektir.
Ne var ki, Türkiye'nin AB ile ilişkilerinin geleceği Brüksel'den değil Berlin'den geçiyor. Almanya ile ikili ilişkileri sanki hiç önemi yokmuş gibi hırpalayarak dikkate almamak, Türkiye'nin AB ile ilişkilerinin geleceği konusunda da yanlış bir yargı ile hareket etmek anlamına geliyor. Hal böyle olunca da, Türkiye'nin Avrupa ile bütünleşmesine ilişkin ümitler giderek yıpranıyor. Almanya ile süren ve seçimlerden sonra da kolay kolay giderilmesi beklenmeyen kriz Türkiye'yi Batı'dan iyice koparıyor.
(Hürriyet'ten)