ÜÇÜNCÜ Yargı Paketi’ni baştan beri destekliyorum ve yargı sistemimizdeki ‘tutuklama’ tutkusunu frenleyeceğine inanıyorum. Bunun ilk önemli işareti, KCK davasında bilhassa Büşra Ersanlı olmak üzere 16 tutuklunun tahliye edilmesidir.
Umudum, diğer davalarda da tahliyelerin gelmesi, tutuklu vekillerin ve İlker Başbuğ gibi isimlerin tahliye edilmesidir.

‘Paket’i burada çok yazdım.

“Özgürlük hâkimleri”nin atanmasıyla, en ağır suçlarda bile “adli kontrol” imkânını getirmesiyle yasama, açıkça yargıya “özgürlük” mesajı vermiştir.

Elbette cezaevleri boşalacak, “suç ve ceza” kavramları kalkacak değildir. Türkiye’nin terörle mücadelesi ve demokratik düzenin korunması hayati derece önemlidir. Fakat yargının bu yöndeki faaliyeti, evrensel hukuka uygun olmalıdır: Deliller toplanmışsa, tahliye edilen sanık kaçacak veya yeniden ağır suç oluşturan eylemler yapmayacaksa, bunların tahliye edilmesi evrensel hukukun gereğidir.

Üçüncü Yargı Paketi dolayısıyla tartışılan iki güncel konu üzerinde durmak istiyorum.

Tutuklu vekiller

Bazıları diyor ki, tutuklu milletvekillerinin tutuklu vatandaştan farkı yoktur, seçilmişler diye onları tahliye etmek eşitlik ilkesine aykırıdır!..

Siyasi gözlüğü çıkarıp hukuki gözle bakalım...

Milletvekillerinin bütün demokrasilerde şu veya bu ölçüde dokunulmazlığı vardır. Bu onlara tanınmış bir imtiyaz değildir, yasama görevlerini serbestçe yapabilmeleri içindir. 

Kanunlara uygun olarak seçilmiş milletvekillerinin tutukluğunu devam ettirmek, onların yasama görevi yapmalarını engellemektir! Kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır! Yargının yasamaya müdahalesidir! Ancak istisnai hallerde, mesela tahliye edilince ağır bir eylem yapma ihtimali varsa o zaman tutukluluğu sürdürülebilir. Tutukluluğu sürdürmek için kaçma ve delilleri karartma gerekçesi komiktir, görülen davalarda toplanmamış delil kalmadığı gibi, bırakın kaçmayı kendileri teslim olmuşlardır.

Ülkücülerin suçu

1978 yılında 7 TİP’liyi öldüren ülkücülerin bu paketle tahliyesine de öbür bazı kesimler şiddetle tepki gösteriyor.

Yine siyasi gözlüğü çıkarıp hukuki açıdan bakalım...

Sol ve bölücü şiddet hareketleri, bir kişinin kaç eylemi olursa olsun, kaç kişiyi öldürürse öldürsün, kanuna göre bir tek suç sayılıyor: Türkiye’nin anayasal düzenini değiştirmeye veya toprak bütünlüğünü bozmaya “cebren teşebbüs” suçu... Cezası da bir tek “idam”, sonraki düzenleme ile bir tek “müebbet hapis”tir.

Ülkücülerin eylemleri ise anayasal düzene karşı işlenmiş suç değil, “adi suç” sayılıyor, her eylem için ayrı ayrı cezalar verilerek aritmetik toplama yapılıyordu: Bahçelievler’de 7 TİP’nin “taammüden” öldürülmesi için verilen çeşitli cezalar bu şekilde 7’ye katlanmıştı...

1991 yılında Özal’ın çıkardığı 3713 Sayılı Kanun’la, bütün “idam” (müebbet hapis) cezaları, “on yıl hapis yatmış olma”ya indirildi, on yıl yatan solcu eylemciler tahliye edildi. Söz konusu ülkücülerin cezası ise 7 defa müebbetten 10x7=70 yıla inmişti!

Üçüncü Yargı Paketi, bu suçlar için de “içtima”, yani bir tane “sonuç ceza”nın esas alınması hükmü getirdi... Ve, Ünal Osmanağaoğlu 14 yıl, Bünyamin Adanalı 21 yıl, Muhsin Kehya 24 yıl hapis yattıktan sonra tahliye edildi.

Bu bir kayırma değil, ceza hukukunda sağ-sol ayırımın kaldırılmasıdır.

Neticeten, yargı mevzuatımızın ve kültürümüzün liberalleşmesi yolunda Üçüncü Yargı Paketi önemli bir adımdır.

Umut kırıcı örnekler olsa da, bu ay içinde yeni tahliyeler bekliyorum ben.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)