Acıktım..
Protein rejimi ile “Selahattin Duman özel rejimi”nin sentezini bünyeme tatbik ettiğimden günde altı yedi kere acıkıyorum..
Açlık krizlerinin üç dört tanesini mideme küfür ederek geçiştiriyorum..
(Tıp bilimine katkı..) Mide küfürden anlıyor.. Bir sonraki nöbette daha şiddetli acıkarak karşılık veriyor..
İşte o zaman bir yerde durup iki lokma protein tıkınmam şart.. Gerçi salatalık veya bir parça top marulla da idare ettiğim oluyor ama mide akıllı..
Proteini görmezse cayırtıyı kesmiyor..
Hele midenin cayırtısına, salatalık veya marketlerde aysberg dedikleri top marulla (resmi eşek yemi) karşılık verirsen işin yaş..
Midenin yeniden olay çıkarması on dakikayı bulmaz..
Yolumun üzerinde bir dinlenme merkezi var.. Benzin istasyonları ve temiz tuvaletleri ile fiyakalı bir yer.. Mal sahibi sıkı yatırım yapmış..
Yolun iki yakasını da tutmuş.. Kendi parasıyla otobanın altından bir de araba geçidi yapıp iki yakayı birbirine bağlamış..
O da yetmemiş..
Otobanın üzerine bir köprü kurmuş.. Köprü ama nasıl köprü? Tepesi yarım daire şeklinde camla kaplı.. Tepede yuvarlak olan cam kenarları da kapatıyor..
İçi lokanta.. Kebabı bile var.. Oturuyorsun orada.. Hem kebabını, lahmacununu yiyorsun.. Hem de altından gelip geçen arabaları seyrediyorsun..
GEN BASKISI..
Otomobilli yolcular burayı çok seviyor..
Neden derseniz, bizim ahalinin kromozomlarında “göçerlik geni” bol olduğundan hareket halindeki bir şeyin seyrine durmak onlara çok keyif verir..
Bakın gecekonducuların hallerine..
Doğaya bakan boş araziyi seçmezler de otobana bakan arazileri yağmalarlar..
Bunun pratik faydası şu.. Otobandan geçen binlerce aracın havaya bıraktığı egzoz gazı iyi kafa yapar..
IQ’ye bağlı mutluluk oranında yüzde yetmiş birlik oranı tutturanlar arasındaki “gecekondu milletinin” keyfini takviye eder..
Otoban çevresine konuşlanmanın ikinci faydası “nüfus plânlamasına” katkısıdır.. O da “Doğal Selection” yoluyla olur..
Çünkü gecekondu habitatında sadece güçlü olanlar, deli gibi gidip gelen yüzlerce aracın arasından geçerek, canlı olarak karşı yakaya varabilir..
Güçsüz olanları doğa ile işbirliği yapan trafik eler.. Bu da nüfusun sağlıklı kalmasına yol açar..
Otoban üstü konuşlanmanın bir faydası da gençlerin eğitiminedir..
Gençler otoban üzerine yayaların geçmesi için yapılan köprüleri kullanarak gelen geçen araçlara “ilişki kurma” amacıyla taş atarlar..
Kazadan kurtulan araç sahibi arabasından çıkıp onlara küfür eder..
Gençler de bu küfürlere karşılık verirken “sosyalleşmiş” olurlar..
Anlattığım dinlenme tesisini havadan birbirine bağlayan “asma lokanta” bu yüzden çok tutuluyor..
Yolum ne zaman Şirince üzerinden İzmir’e uzansa, bu asma lokantayı hep dolu görüyorum..
İzmir yönünde otobanın sağında kalan tesisi seçtim..
Tesisin hem kapalı hem de açık alanı var..
Açık alana “cennet bahçesi” süsü vermek için yerler ofis tipi yeşil taban halısı ile kaplanmış..
Böylece inek yerine konan müşterinin, kendisini çimler üzerinde yemek yiyormuş gibi hissetmesi amaçlanmış..
Masalar en basitinden ahşap.. Sandalyeler ondan daha zevksiz ve basit..
Zevk “hedonizmin dinamiği” sayıldığı ve öte dünyaya bırakılması gereken bir amel olduğundan, mütedeyyin taşra ahalimizin tercihleri hep böyledir..
Kurcalanmaz, tartışılmaz..
(*) Hedonizm: Açın lügatı, öğrenin.. Her şeyi devletten beklemeyin..
DÜŞTÜK BİR KEZ
Oturduk boş bir masaya.. Çevrede bayram seferine çıkmış aileler var.. Çocukları doğal olarak masaların arasına, diğer müşterileri rahatsız etmeleri için salınmış..
Her bebeden ayrı bir zırıltı çıkıyor..
Aşırı bir sıcak.. Tepesi ahşapla kaplı açık alanda bir tane tepe vantilatörü yok..
Onun yerine Prens Charles’in üçüncü evliliğinde düğünü burada yapma ihtimali varmış gibi, cümle tavan iddialı avizelerle kaplanmış..
Sıcak Dubai’nin öğle saatlerini aratmıyor..
Midede isyan başlamamış olsa basıp gideceğim ancak “Öyle düşmüşüm ki harga.. Ne kuş kaldırır ne karga..” hallerindeyim..
(*) Harg: Açın lügatı, öğrenin.. Devlet yıldı sizden..
Aheste beste gelen garson kıza bir çay siparişi verdim, midem için de iki porsiyon çöp şiş söyledim.. Gitti..
Beni hoparlörden yükselen iğrenç bir müzik ve yüzlerce kara sinekle masada başbaşa bıraktı..
Güzel Allahım bu kara sinekten ne umdu da bunları halk etti, sırrını çözemedim.. Haşaratın en yüzsüzü, en arsızı.. Kovarsın, elini kolunu sallarsın gitmez..
İlle de gelip aynı yere konacak..
Hoparlörden yükselen müzik onların milli marşı gibi.. Bir çile.. Tek başına bir işkence..
“Sevgilim yıktın evimin direğini.. Kurşunladın seni seven yüreğimi..”
Çaat! (Eldeki gazeteyi masaya vurma efekti) Kara sineklerden biri telef oldu..
“Sevgilim ne olur elini ver bana.. Belki de çıkmayız sabahaaa”
Çat! Bir sinek daha gitti..
“Elini tutar mutluca gezerim.. Belli mi olur belki öperiiim..”
Kendini şehirleşmiş sayan “tamam artık ben oldum, bundan sonrası fazla..” diyenlerin yeni müziği bu.. Adı her ne zıkkımsa..
Bol acılı bir tekrar.. En bayağısından, basitin basiti zekâ ürünü bir güfte..
Çift porsiyon çöp şiş geldi.. Yağları ayıklandıktan sonra kalan bir sigara paketini doldurmazdı..
Ondan da yirmi dokuz lira aldılar.. Bir lirası çaya.. Yirmi sekiz lirası avuç içi kadar şiş çöpe..
“Van münit..” diye seslenip garson kızdan hesabı istedim.. Ödeyip kalktım.. Daha da gelmem...