ORDU epey zamandır iç politika gelişmeleri konusunda ‘tavırsız’ duruyor. Bu, Cumhuriyet tarihimizde alışılmış bir şey değil.
Nitekim önce Süheyl Batum, son zamanlarda da Bekir Coşkun ve İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal gibi isimler orduya “kâğıttan kaplan” anlamında eleştiriler yöneltti.
Evet, Cumhuriyet geleneğinde, ordunun görevi sadece dış güvenlik değil, iç güvenlik bakımından da “Cumhuriyeti korumak ve kollamak”tır... Orduya kanunla bu görevin verilmesinden öteye, siyasi kültür olarak ordunun böyle bir görevinin olması normal hatta gerekli sayılırdı.
Zamanımızda ise ordu iç güvenlik alanından tamamen çekiliyor. Başbakanlık’ta hazırlanan taslağa göre, orduya “Cumuhuriyeti koruma ve kollama” görevi veren İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi değişecek! Bunu “darbe maddesi kalkıyor” diye anlamak basite indirgemek olur. Artık darbeler devri geçtiği için, bu değişikliğin en önemli tarafı ordunun “iç güvenlik” alanından tamamen çekilmesi, sadece dış tehditlere karşı “Türk vatanını korumak ve savunmak”la görevli olmasıdır.
Bu Cumhuriyet geleneğinde büyük bir değişimin ifadesidir.
Cumhuriyet’te ordu geleneği
Kurtuluş savaşlarıyla veya monarşilerin askerler tarafından devrilmesiyle kurulan “devrimci cumhuriyet”lerde orduların böyle “koruma ve kollama” görevleri olmuştur. Bizde de Cumhuriyet’in kuruluşunda orduya bu görev verilmiştir.
Atatürk orduda ‘güvenmediği’ isimleri uzaklaştırarak, asker maaşlarından eğitimine kadar ordunun her şeyiyle yakından ilgilenerek, Genelkurmay’ı başbakanlığa bile bağlamayıp “bağımsız” bir kurum haline getirerek kendisinin ve Cumhuriyet’in güveneceği bir ordu kurmuştur.
İzmir Suikastı’nın ortaya çıkması üzerine aldığı ilk tedbirlerden biri, İstanbul’daki Birinci Ordu Kumandanı Şükrü Naili Paşa’ya telgraf çekerek, “ordunun ve bilhassa subayların dikkatle gözlenmesini” emretmek olmuştu. Yayınladığı bildiride Cumhuriyet’in iki temel dayanağının, “milletin kararı” ve “ordunun kahramanlığı” olduğunu belirtmişti. Orduya hitaben birçok konuşması vardır.
Çünkü yüzde 80’i köylü olan toplumda en kudretli güç orduydu. Atatürk bu gücü daima elinde tutmuş, bu anlayışla yetişen askerler de toplumu ve siyasi hayatı bu anlayış içinde tutmak için darbeler, müdahaleler yapmışlar, muhtıralar vermişler, yaptıkları anayasalarla “vesayet” sistemi kurmuşlardır.
Bazı Kemalist aydınlarda, ordudan beklentinin temelinde devrini tamamlamış bu tarihi arka plan vardır.
Modern toplumda ordu
Fakat sosyolog Huntington’un daha 1968’de yazdığı gibi, iktisadi kalkınma sürecinde şehirleşme, ticaret, eğitim, orta sınıflaşma, dünya ile ilişkiler geliştikçe sivil toplum da gelişir. Ülkeyi yönetmek ve toplumsal işleri yürütmek için gereken bilgiler askeri anlayışın sınırlarını aşar. Askeri tarz ve üslup yetersizleşir, ordu siyasi işlevinden uzaklaşarak sivil otoriteye bağlı bir “profesyonel ordu” haline gelir.
Türkiye bu süreci yaşamaktadır. Ordunun kışlasına çekilmesi modern sivil toplum geliştiği içindir. Böyle bir toplumda cumhuriyet yerleşmiştir, var olan sorunların çözüm yeri parlamentodur.
Artık ordudan siyasi tavır beklemek geri ve nostaljik bir tavırdır. Ordu, bırakalım onurlu bir görevi olan vatan savunmasıyla meşgul olsun. Kimse orduya çağrı yapmasın, ordu da kimseye bildiri ile cevap vermesin. Bu konu gündemimizden çıksın artık.
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)