Gezgin ruhları daha ziyade etkileyen ve turizmin dibe vurmasına sebebiyet veren tehlike şimdiye kadar hep güvenlikle alakalıydı. Yaşlı dünyamızda evimizden daha güvenli bir yer olmadığını daha hiç düşünmemiştik zannımca.
Eğer tarihçi değilseniz, insanlığı antik dönemlerden beri zaman zaman etkileyen pandemik haline gelen hastalıkların ürkütücü boyutunu biliyor olamazsınız. Hatta dönemin tarihçilerinin çizdikleri kara tablo bile salgınların etkilerini, yarattığı korkuyu, kırdığı nüfusu, ortaya çıkardığı ekonomik ve sosyal etkilerin boyutunu anlamamıza yardımcı olmamış olabilir. Hatta ondokuzuncu yüzyılda Osmanlı ülkesinde dolanan gezginlerin kaleme aldıkları kolera tipi salgınların yarattığı korkuyu, çaresizliği ve acıyı…
Peki ya son birkaç haftadır yaşadıklarımıza benzer, etkileriyle çarpıcı gerçekleriyle İspanyol Nezlesi nasıl birşeydi? Nerede ortaya çıkmıştı? Nasıl yenilmişti?
Adı İspanya Kralı Alfonso XIII de nezleye yakalanmasından gelmez. Birinci Dünya Savaşı çarpışmaları yoğun devam ederken askerde moral bozukluğu yaratmasın ve düşmanı öldürme şiddetini düşürmesin diye savaşa taraf devletler nezle haberlerini vermezler. Savaşa tarafsız kaldığı için haberleri olduğu gibi, sansürsüz veren tek ülke İspanya Krallığı olduğundan adı ‘İspanyol Nezlesi’ olarak bilinir. Çıkış yeri hala bilinmez ama Amerikan askeri kampları olarak gösterilir, Kansas-Camp Fuston kampı. Menşei ise askeri kampların Çin kökenli işçileridir denir.
Salgın savaş sonrası yapılan Paris Barış Konferansı’na da damgasını vurur. Her heyetten hastalanmamalar ve ölümler olur, Amerikan Başkanı Wilson Prensipleri mimarı olan Bay Wilson da salgına yakalanır.
Salgınla beraber maske takmak da o dönemde zorunlu olur, San Francisco Chronicle ‘maskenizi takın, hayatınızı kurtarın-put on your flu masks…’ diye duyuru yapar.
Ölüm yaşanan evlere beyaz çiçekler konulur, cenaze dâhil tüm toplu faaliyetler yasaklanır, salgınlar içinde en ölümcül olanı olduğu bildirilir ve etkileri bir yıldan biraz fazla sürer. Bir daha da geri gelmez ama sebebi de çok iyi anlaşılamaz tabi. Hala BBC ve CNN bu olayla ilgili toplu mezar görüntülerini kullanarak yeni bulgular eşliğinde belgeseller yapmaya devam ederler. Salgının öldürdüğü ile insanın aldığı can sayısı birbiriyle yarışır.
İç savaşlara, siyah beyaz ayrımcılığına ve hatta bağımsızlığa kadar gider etkileri olur salgının. Savaşın bir an önce sonlanmasına etki ettiğini düşünmek de pekâlâ mümkündür.
Tesadüf ise İtalya’da zuhur eder, salgından en çok etkilenen ülke olur. Dönemin İtalyan içişleri bakanı ‘…abartmayın…’ uyarısı yapar ve olanlar olur. Böyledir işte bu Akdeniz halkları… Ayrıca din adamları da ‘kilise bağımsızdır’ şeklinde ‘Allah’ın evine mikrop giremez’ türden bir beyanatla en olmayacak şeyi yaparak kalabalıkları ibadethaneye dua etmeye çağırırlar. Bugün ise Papa Francis boş kalan İtalya sokaklarında arzı endam ederek virüsü kovma duası etti. İnanılır gibi değil değil mi?
Osmanlı topraklarında da 100 bine yakın insanın hayatına mal olan nezle de cemiyet hayatında benzer önlemelerin alınmasına sebep olur ve seferberliğin, imparatorluktaki Alman varlığının, fakirliğin etkisi ile Nazım Hikmet’in o en sevdiğiniz destanına konu olur.
İspanyol Nezlesi dönemin dünya ekonomisine ve siyasetine yön veren devlet adamlarını, sanatçıları, düşünürleri etkiler. Margit Kaffka’nın, Gustav Klimt’in, İsveç ve Suudi prensleri ve diğer birçok ünlünün ölümüne sebebiyet verir. Edward Munch, İspanyol Alfonso XIII, Alman Kaiser, Amerikan Woodrow Wilson, ve Franlin D. Roosevelt, İngiliz Lloyd George, Winston Churchill’in eşi Clementine ve bir sürü diğer şahıs da nezle ile boğuşur ama iyileşir. Amerikan Başkanı da herhalde dedesini bir salgında kaybettiğini hatırlayarak test yaptırmaya karar verdi diyebilirsiniz.
Peki ya Atatürk’ümüz…? Posta vapuru Bandırma ile Samsun’a çıkmadan önce nezleye iki kere yakalanır, annesi ve kız kardeşini yerleştirdiği Beşiktaş’taki Akaretler ’deki evde iki kere iyileşir.
İspanyol Nezlesi’nin elbette ekonomik, sosyal, demografik ve benzeri neticeleri oldu ama güncel krizimiz onun kadar can almadıysa da etkileri dünya ekonomisine, küreselleşme algısına, Asya ekonomisine etkilerini henüz bilmiyoruz.
Virüsle paniğe kapılmayalım, ama tedbir alalım. Yani evde oturup şiir okuyalım. İşte buyurunuz bugünlerde olduğu gibi devlet başkanları, aileleri, ünlüleri de etkileyen bu öngörülemeyen kriz günlerinde salgınları da konu alan Nazım Hikmet’in Kuvva-i Milliye Destanı’nı okumak faydalı olur kanaatindeyim. Hem kriz var, hem cihan harbi öncesi ve sonrası ve hem de kurtuluşumuz.
Sağlıklı günler görelim umuduyla…
Biz ki İstanbul şehriyiz,
Seferberliği görmüşüz:
Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin,
vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi
bir de İttihatçılar,
bir de uzun konçlu Alman çizmesi
914'ten 18'e kadar
yedi bitirdi bizi.
Mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker
erimiş altın pahasında gazyağı
ve namuslu, çalışkan, fakir İstanbullular
sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında.
Yedikleri mısır koçanıydı ve arpa
ve süpürge tohumu
ve çöp gibi kaldı çocukların boynu.
Ve lâkin Tarabya'da, Pötişan'da ve Ada'da Kulüp'te
aktı Ren şarapları su gibi
ve şekerin sahibi
kapladı Miloviç'in yorganına 1000 liralıkları.
Miloviç de beyaz at gibi bir karı.
Bir de sakalı Halife'nin,
bir de Vilhelm'in bıyıkları.