Gerçekten de Nişantaşı’nda Café Latte yudumlayarak çevreyi umursamaz gözlerle seyreden biri kendini çağdaş ya da “modern” sanıyorsa, yüzyılımızı tutmuş en büyük palavralardan birine inanıyordur. Çağdaş olmak sanıldığının aksine geçmişi, geleneği, hafızayı elinin tersiyle bir yana itmeyi değil, onlarla hesaba oturmayı, günü, yani çağdaş olma kavramını yeniden yapılandırmayı içerir. İnsanın önce kendini iyi tanıması gerekir ki, dünyayı tanısın, anlasın. Ve tabi dünyayı tanıdıkça da kendini daha iyi tanıyabilir.
“Aydının” çağdaşlaşmaktan anladığı, Batı’nın elbisesini sırtına geçirmektir. Oysa çağdaş ya da modern olmak Batılı olmak demek değildir! Modernlik, Batı’nın hem kendisi hem de geçmişiyle hesaplaşması sonucu ulaştığı bir duraktır. Biz buna soyunmadık bile; yanına da yaklaşmadık. Laf aramızda, bizim “aydınımız” tembel olduğundan kolayı tercih etti. Sadece dış görünüş olarak modernleştik! Yurdum aydını, rahmetli Necip Fazıl’ın dediği gibi “sezerek yapmayı, düşünerek bulmayı” denemek zahmetine kalkışmamıştır bile. Neden? Çünkü hazıra konmak işine gelmiştir. Reçetecidir; Batı’nın rönesansıyla reformunu ithal ederek bu işi çözebileceğini sanmıştır. Çağdaşlaşma zihniyetimize göre bunlar iyi şeylerdir ve de alınmalıdır. Ama bunlar nedir sorusunu sormamıştır, ne kendine ne de başkasına. Rönesans, reform, aydınlanma nedir pek bilmez.
Örneğin bizim aydınımız, Kant’ın Fransız aydınlanmasına müthiş bir tepki olarak kaleme aldığı“Aydınlanma Nedir Sorusuna Yanıt” adlı yazısını okusa, Batı’da bir tek aydınlanma olmadığını, milletlerin kendi özeliklerine, gelenek, görenek ve inançlarına göre aydınlanmanın uygulanması gerektiğini anlardı. Batı’da bir tek reform, rönesans yoktur.
“Aydınlanma tarihin bir noktasında tamamlanmaz; böyle düşünmek aydınlanmanın reddidir” yaklaşımını anlamamamız başörtüsünden, Kürt sorununa çözüm bulamamamızdan tutun, daha birçok batağın içinde debelenmemize neden olmuştur.
Batı aslında çağdaşlaşmamış, çağdaş olmuştur. Batı’nın çağdaşlaşması bir süreçken bizimki tepeden inme bir siyasal tasarımdır. Çağdaşlaşmanın arkasında, genelikle bir sınıf yoktur ve devletten topluma doğru hareket eder. Belki de bu nedenle bizim bürokrasimiz kendini bir sınıf sanır.
Son yıllar bize çok şey öğretti. Örneğin Café Latte’yle Türk kahvesi içmenin bir çağdaşlık sorunu olmadığını, kişisel zevkten kaynaklandığını anlayabildik nihayet. Ve bir şey daha anladık galiba: Reklamı yapılmayan inanç, hiçbir zaman çağdaşlığın önünde engel oluşturmadı. Lütfen artık çağdaşlaşmaktan vazgeçip ÇAĞDAŞ olalım!!
(Meraklısına Not: Prof. Besim Dellaloğlu’nun yazılarını okuyun lütfen.)
(Star gazetesinden alınmıştır)