Sene 2003...

AK Parti iktidarda ama henüz muktedir değil.,

Ben hafiften AK Parti eleştirisine başlamışım ama bu denli kopmuş değilim.
İşte böyle bir ortamda...
Biraz Meclis’te vakit geçirmek amacıyla “Ver elini Ankara” dedim.
(Demek ki o zamanlar Meclis’te iyi vakit geçirilebileceğine inanıyormuşum.)
¡ ¡ ¡
Meclis’te dolaşırken...
Yani o milletvekilinden bu milletvekiline selamlaşıp dururken...
Karşıma birden dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik çıktı.
Selam-kelam faslından sonra...
“Gel sana bir Meclis yemeği ısmarlayayım” diye teklif sundu.
“Tamam” dedim ve birlikte Meclis bahçesindeki lokantalardan birine doğru yola koyulduk.
Tam kapının önüne geldiğimizde kapıdaki asker “Durun” dedi, durduk.
“Bu şekilde giremezsiniz” dedi.
Hüseyin Çelik’e baktım, lacileri çekmişti. Bende de kravat vardı. Yani ‘şeklen’ bir sorunumuz yoktu.
“Neden” diye sordu Hüseyin Çelik.
Asker, “Misafiriniz sakallı” dedi, “Sakallıları alamıyoruz içeri”.
Hüseyin Çelik, “Komutanınızla görüşelim” falan dediyse de ben “Boş ver, uğraşmayalım” dedim.
Ve palas pandıras geri döndük.
¡ ¡ ¡
Dünkü gazetelerde ‘Meclis Taburu tarih oldu’ başlıklı haberleri görünce...
Daha önce de yazdığım bu hatıra aklıma geldi.
Hüseyin Çelik’e bir teklifim var:
Madem askeri nizam ortadan kalktı...
O halde giremediğimiz o lokantada bunu kutlayabiliriz.
Ben ve sakallarım hazırız.

CERN ve AK Parti

Eski düzenin sıkı savunucuları, AK Parti’nin dini alanda yapıp ettiklerine vurgu yaparak şu türden yazılar döşeniyorlar:
“Elalem CERN’de yaradılışın sırrını çözmek için anti madde deneyleri yapıyorlar, bizimkilerse mollaları kadroya almak için uğraşıyorlar.”
Yani...
“Eller aya / biz yaya” şeklinde özetlenebilecek o kadim yakınma...
Bu tür yazıları okuyunca aklımdan şunlar geçiyor:
- Sanki AK Parti iktidarda olmasa ve mollaları kadroya almasa bunlar uzaya füze üstüne füze göndereceklerdi.
- Sanki bunlar kendi iktidarları döneminde insanlığın sırrını keşfetmek için bilime tavan yaptırdılar da AK Parti birden işi dine / imana getirdi.
- Sanki iktidarda AK Parti olmasa, bunların iktidarı olsa, yerin dibinde 27 kilometre uzunluğundaki CERN laboratuvarının bir numaralı ülkesi Türkiye olacaktı.

Üç mahkeme

Türkiye’nin son 30 yılına damga vuran üç tür olağanüstü mahkeme var:
BıR: 12 Eylül’ün Askeri Sıkıyönetim Mahkemeleri...
ıKı: 90’lara damgasını vuran Devlet Güvenlik Mahkemeleri...
ÜÇ: ıki binli yılların Özel Yetkili Mahkemeleri...
¡ ¡ ¡
Geçenlerde ömrünün son 30 yılında bu üç tür mahkemeyle de tanışmış solcularla sohbet ediyordum.
ıçlerinden biri şöyle dedi:
“Her biri bir diğerinden beter olan bu mahkemelerin en beteri özel yetkili mahkemeleridir.”
Bir diğeri de şunu ekledi:
“Her gelen olağanüstü mahkeme gideni arattı. DGM’ler geldi, sıkıyönetim mahkemelerini arar olduk. Özel yetkili mahkemeler geldi, DGM’leri arıyoruz.”
¡ ¡ ¡
Özel Yetkili Mahkemeler için “En beteri” demek, abartılı mıdır, bilemiyorum.
Ama bildiğim bir şey var:
‘Bizde yasaklar kalkmaz, sadece şekil değiştirir’ kuralı, mahkemeler alanında da işliyor.

Vedat Milor’a dair

Uzaktan kibirli gibi bir tavrı var ama yakından hiç de öyle değil.
Yemek konusunda ‘otoriter’ bir tavrı yok, acemileri de dikkatle dinliyor.
Espri anlayışı gelişmiş, mavraya geliyor.
Yemekte bir ruh, bir derinlik ve bir mana arıyor ve bu arayışının yadırganmasına asla izin vermiyor.
Aşçı dostu... İşini iyi yapan aşçıya ‘Büyük insanlık idealine ulaşmış adam’ muamelesi yapıyor.
Bir yemeği yerken ağzını hafiften şapırdatıyorsa bilin ki o yemeğe yüksek puan vermiştir.
Ayrımcılık yapmıyor: Dünyanın en süper ilk beş restoranını sayarken nasılsa Konya’nın en iyi ilk beş lokantasını sayanken de aynı...
Anı anlatmayı seviyor. Özellikle de yemek dışı anıları...
Sofrada eşini sıklıkla yâd ediyor.
Yemek konusundaki bilgisiyle sofrayı terörize etmiyor.
Damak zevki konusunda tartışmaya girmiyor, sadece tutumunu belli ediyor.

Lazlar ile Kürtler bir filmde buluştu

‘Yangın Var’ adlı film Lazlar ile Kürtleri, Diyarbakır ile Trabzon’u birbirine bağlayan bir yol filmi...
İşte bu filmle ilgili ama’lı tespitlerim:

Bir yığın eksiği var ama dürüstlüğü ve içtenliği bütün eksikliklerini örtüyor.
Mesajları var ama bu mesajları göze parmak sokarak vermiyor.
İnandırıcılığını zorladığı yerler var ama ölçülülüğünü hiç kaybetmediği için bu tür zorlamalara takılıp kalmıyorsunuz.
Bazen fazla politik oluyor ama o kadar doğru bir yerden konuşuyor ki, olsun varsın diyorsunuz.
Yan rollerde bazı küçük aksaklıklar var ama başroldeki iki oyuncu öyle inandırıcı ve öyle başarılı ki o aksaklıkları dikkate almıyorsunuz.