İnandığımız Allah’ın besmele cümlesinde de sürekli tekrarladığımız çok önemli iki vasfı vardır…
- Rahman ve rahim olması…
Dindarlık seviyesi ne olursa olsun; bizim Milletimizin her ferdi besmeleyi dilinden düşürmez…
Fakat bugün şöyle bir fark var:
- Besmele yine dilimizde… Ama artık, dindar geçinenler de dahil, bir çok yürekte karşılığı kalmamış!... Sadece papağan gibi söyleyip duruyoruz…
Bu iki kelimenin ne anlama geldiğini sorsanız; on kişinin dokuzu cevap veremiyor!...
Esirgeyen, bağışlayan, acıyan, şefkat gösteren, iyilik, ihsan ve ikramda bulunan manalarına gelir özetle…
Allah’ın rahman ve rahim sıfatlarında toplanmış bu lütufları tamamen sınırsızdır, sonsuzdur… Ve bütün canlılar için istisnasız geçerlidir…
- İnsanhayvan ayrımı yapmaz,
- Kafirmümin farkı gözetmez,
- Birine az, diğerine çok vermez…
Herkesi ihtiyacı kadar nasiplendirir!...
Maalesef İslam’ın felsefesini iyice unuttuk…
Gazali’den beri, bu konuya kafa yoran yok!...
Cenabı Mevla, Kuran’ın yüzden fazla ayetinde, her işimizde ve her davranışımızda “merhametli” olmamızı; bu yönüyle kendisine benzememizi emrediyor!
Biz de “besmele çekerek” diyoruz ki; “Ey Rabbim, emrin üzere ben de esirgeyici ve bağışlayıcı olacağım….”
- Yani kimseye zulmetmeyeceğim,
- Yani acıma duygumu kaybetmeyeceğim,
- Sana sevgimi ve yarattıklarına da saygımı her davranışımda göstereceğim…
- Benim dışımdaki diğer canlıların sıkıntılarına duyarlı olacağım…
Dinimizin emirleri bu konuda çok açık… Hz. Peygamber şöyle diyor:
- “Merhamet etmeyene, Allah da merhamet etmez…”
Sıkıntıda olan kişinin günahına, sevabına bakılmaz… Dinine, mezhebine göre ayrım yapılmaz…
Bize düşen görev, Allah’ın “rahman” sıfatının gölgesini sıkıntı sahibinin üzerine tutmaktır!...
Nefretten ve kibirden arınarak; onu memnun edecek şekilde iyilikte ve ihsanda bulunmaktır…
Yaratılan her canlıya “Merhametli” davranmak ve bu hususta ayrımcılık yapmamak, bir müslümanın, iman ettikten sonra, ibadetlerden önce yerine getireceği ilk sorumluluğudur!...
Bu sorumluluğu yerine getirirken, şu noktanın da gözden kaçmaması lazım:
Kişi, kendi gönlünü değil, muhatabının gönlünü ferahlatmaya çalışmalıdır!...
Mesela; insanlığa önemli katkıları olmuş gayrimüslim biri ölüyor… Hizmetlerinden istifade eden bir müslüman, onun arkasından, “Allah rahmet eylesin” diyemiyor!...
Neymiş efendim, günahmış… “Toprağı bol olsun” denilecekmiş!...
Hadi oradan!
Kimin malını kimden esirgiyorsun!...
O’nun merhametini sınırlandırmak senin ne haddine!
Yüce Allah merhametini dağıtırken, rızkını bölüştürürken ne zaman ayrımcılık yapmış?
O dilediğini yapamaz mı, istediğini bağışlayamaz mı?
Ankebut (21) ve Ali İmran (26-27) Suresinde buyurduğu sözlerin sizin nazarınızda bir hükmü yok mu?
Tabiri caizse; “güneş sizin olsa, kimseye tutmayacaksınız…”
Sanki o ışık tükenecekmiş gibi davranıyorsunuz!...
…
Bu aralar biraz kızgınım, biraz da kırgınım dostlar…
Dünyayı bir “merhamet dünyası” haline dönüştürmek için kendimi bildim bileli bir davanın içindeyim…
Fakat o davanın bugünkü temsilcilerinin bizzat kendi “merhametsizliklerine” şahit olmak kahrediyor beni…
“Nizamı alem”, “İlayı Kelimetullah” diyeceksin; Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla “merhametli bir dünya” hayal edeceksin…
Ama o “merhameti” kol kola mücadele ettiğin kendi yoldaşlarından esirgeyeceksin!...
Bu insanları Allah’a şikayet etmekten başka elimden bir şey de gelmiyor…
Yarattığı tüm canlılara merhamet duygusunu veren O…
Fakat bu duyguyu geri alan O değil!...
Merhameti yok eden şey, insanoğlunun şu anlamsız hırsı…
Acıma, elem duyma, yufka yüreklilik, iyilik, ihsan, sevgi, saygı, paylaşma, ilgi ve şefkat, dayanışma ve yardımlaşma gibi hasletlerin tamamının yegane kaynağı “merhamet” duygusudur…
Merhametin olmadığı yerde bunlar olmaz… Bunların olmadığı yerde de insanlık olmaz!...
Bizi Allah’a yaklaştıracak tek vasıta merhametimizdir…
Aklımız ve vicdanımız, yalnızca merhametin aydınlattığı yerlerde yol alabilir…
Ötesi karanlık…
Yani kısaca; merhametiniz yoksa, hiçbir şeyiniz yoktur!..
Artık her şey size çok uzaktır:
- İnsanlık da, Allah da!...