''Tek Parti'' yönetiminin, tarihi camileri kışla yapmasını, ambar yapmasını ya da satışa çıkarmasını dillerine dolayanlar, nedense konuyu bir türlü Menderes döneminde yıkılan güzelim tarihi camiler meselesine getirmiyorlar.

Tarihi camiler Menderes döneminde bırakın satışa çıkarılmayı, kışla yapılmayı, resmen buldozerle yıkıldı.
İzi bile bırakılmadı.
* * *
En iyisi ben susayım, tarihçi İlber Ortaylı konuşsun.
Şöyle diyor Ortaylı:
“Falan mahallelerdeki camilerin depo yapıldığı söyleniyor ama Menderes’in imar çalışmaları sırasında rölöveleri ve albümleri bile çıkarılmadan tarihe gömülen Mimar Sinan mescitlerinden, Beyazıt’ta yıkılan Kemankeş Kara Mustafa Paşa Camii ve Medresesi’nden bahseden Müslüman yok. Topkapı’daki Kara Ahmet Paşa’nın Mimar Sinan eseri zarif sebilinden (ki bence istisnai bir Rönesans tipi fontanaydı, inşaat makineleriyle yıkılışını gözümle gördüm) bahseden Müslüman da yok. Bu memleketin tahribi şu veya bu grubun işi değildir. Yaptığımız toptan bir kepazeliktir”. (Milliyet Pazar Eki  “Cami olmaktan çıkan camiler” başlıklı yazı).
* * *
“Tek Parti” döneminin camiye, mescide, tarihe, vakıf mallarına karşı hoyratlıklarını dillerine dolayanlar, devamı olduklarıyla iftihar ettikleri Demokrat Parti’nin benzer hoyratlıkları karşısında tek bir kelime bile etmiyorlar.
Belki de toplumun bir bölümünün içtenlikleri hakkında kuşku duyması, içine düştükleri bu çifte standart nedeniyledir.

19 Mayıs kararı: Zafer mi, hezimet mi?

DANIŞTAY karar vermiş.
Demiş ki:
“19 Mayıs statlarda kutlanmalıdır”.
Bu kararı “yaşasın” diye karşılayanlara, “hükümete tokat gibi cevap” diye yorumlayanlara, karardan “zafer” çıkaranlara şunu sormak isterim:
“Emin misiniz?”
* * *
Ey Danıştay kararından “zafer” çıkaranlar!
AK Parti hükümetine karşı duyduğunuz nefret, sizi sağduyudan uzaklaştırmasın.
19 Mayıs’ın statlarda kutlanma biçimi çoktan demode olmuş bir kutlama biçimiydi.
Bunun düzeltilmesini, değiştirilmesini, yenilenmesini AK Parti’ye bırakmamalıydınız, kendiniz yapmalıydınız.
AK Parti, hangi niyetlerle olursa olsun, sizin bıraktığınız o muazzam boşluğu gördü ve onun üzerine gitti.
AK Parti’ye kızmak yerine o boşluğu bıraktığınız için kendinize kızmalısınız.
Ne olurdu 1930’ların yeryüzü anlayışıyla yapılan törenlere, yeni bir içerik kazandırsaydınız.
Eğer birazcık sorgulama içine girip formatı zamana uydurmayı başarsaydınız, biricik törenleriniz sevmediğiniz iktidarların kuşku duyduğunuz niyetlerinin hedefi haline gelmezdi.
* * *
Danıştay’ın verdiği “19 Mayıs” kararı, eski statükonun küçük bir zaferidir.
Ama bu küçük zafer bile yenilmeye, hezimet haline gelmeye mahkûm bir zaferdir.
Eski statükocular, yeni statükoculara yeni bir zafer hediye etmek istemiyorlarsa, değişimi ve yenilemeyi kendi elleriyle yapmalıdırlar.
Çünkü “biz ille de 1930’ların anlayışıyla tören yapacağız” tutuculuğunun ayakta kalma ihtimali sıfırdır.

Başbakan şimdi de tiyatrocuya savaş açtı

NE diyor Başbakan tiyatro sanatçılarına?
Şunu diyor:
“Belediye’den maaş alıp yönetimi eleştiremezsin”.
Demokrasiye bak! Ne diyelim şimdi biz bu demokrasiye?
“Parayı veren düdüğü çalar” demokrasisi mi?
Hükümet destekçisi liberal yazarlarımız, Başbakan’ın ortaya koyduğu bu pratik yaklaşımı, bir teoriye kavuşturabilirler mi acaba?
* * *
Burada da kalmıyor Başbakan...
Şöyle diyor:
“Tiyatroları özelleştirileceğiz. Buyurun istediğiniz oyunu oynayın. Buyurun işte özgürlük”.
Neyse ki bu pratik görüşün liberal teorik bir çerçevesi vardı.
Liberaller, “Devletin tiyatrosu olmaz” diyerek teorik çerçeveyi net bir şekilde ortaya koymuşlardı.
Başbakan Erdoğan, biraz “intikamcı” ve “fırçacı” bir yaklaşımla da olsa, sonuçta bu çerçevenin pratiğini yapmış oluyor.
* * *
Dünkü yazımda tiyatroculara bir çağrıda bulunmuştum.
Demiştim ki:
“Radikal bir adım atın, resmi görevinizden istifa edin. Bakalım hangi oyunları hangi oyuncularla oynayacaklar”.
Başbakan Erdoğan’ın “tiyatroları özelleştireceğiz” açıklamasının ardından, yaptığım çağrının ne kadar haklı olduğunu fark ettim.
Eğer tiyatro sanatçıları, “bıktık sizin baskılarınızdan, ne haliniz varsa görün, biz yokuz” diyebilselerdi...
“Sen kovmuyorsun, ben istifa ediyorum” demiş gibi olacaklar, böylece Başbakan Erdoğan’a kendilerini kovma zevkini tattırmayacaklardı.

Sen ne dersen de

SEN diyorsun ki:
“Tiyatrocular isyanda”.
Başlıyorlar “sen onu bırak da” diyerek geyiğe:
“Ali ile Ayşe o kadından ah aldılar anacığım ah aldılar”.
* * *
Sen diyorsun ki:
“Cumhuriyet pozitivist bir projeydi”.
Dayıyorlar karşına hemen şu cümleyi: “Ayşe en büyük hatayı gelinlikle havuza atlayarak yaptı”.
* * *
Sen diyorsun ki:
“Orhan Pamuk ‘Masumiyet Müzesi’ni açmış”.
Değiştiriyorlar hemen konuyu:
“Ben 10 ay vermiştim bu evliliğe. Bildim vallaha”.
* * *
Sen diyorsun ki:
“Tutuklu milletvekilleri nihayet serbest kalacak galiba”. Büyük bir ustalıkla hemen çeviriyorlar gündemi:
“Ayşe’de bir baba sorunu var”.
* * *
Sen diyorsun ki:
“Devrimci İslamcılar 1 Mayıs’ta alanlara çıkıyor”.
Hemen atılıyorlar:
“Ayşe’nin babası boşanma olayı için ‘beni ilgilendirmez’ demiş”.
* * *
Bir Hadis-i Şerif var.
Şöyle der: “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz”.

Hiç unutmadığım beş film sahnesi

BİR: “Baba 1”de Baba’nın manav alışverişi sonrası iki kişinin kalleşçe pususuna düşüp kurşun yağmuruna tutulması ve Fredo’nun yaşadığı beceriksiz şaşkınlık...
İKİ: “Seven”da filmin sonunda Brad Pitt’in Kevin Spacey’i vurmakla vurmamak arasında gidip geldiği anlar...
ÜÇ: “Fargo”da hamile taşra polis şefinin, karlarla kaplı alanda yaptığı olay yeri inceleme sahnesi...
DÖRT: “Amerikan History X”teki Neo-Nazi’nin hırsız zencinin kafasını kaldırım boşluğunda kırma sahnesi...
BEŞ: “Rosemary’nin Bebeği”nde Rosemary’nin şeytana tapanların ayinine sessizce ve dehşete düşerek daldığı sahne...

‘Behzat Ç.’ her an bitebilir

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Behzat Ç.” adlı diziye iki kez ceza verdiklerini ve yayınlarını dikkatle izlediklerini söylemiş.
O zaman ben de hükmümü vereyim:
“Behzat Ç.” gidicidir arkadaşlar!
* * *
Neden mi “gidici”?
Şundan dolayı:
“Behzat Ç.”nin yayınlandığı televizyon kanalının sahibi, sırf hükümetin rahatsız edilme ihtimaline karşı sahibi olduğu haber kanalını, haber ve tartışma programları kulvarından çıkarmış, “iddiasız” bir kanal haline getirmişti.
“Rahatsız etme” ihtimali karşısında bile bunu yapan bir zihniyet, “koskoca” Başbakan Yardımcısı’nın “dikkatle izliyoruz” dediği bir televizyon dizisi hakkında hangi kararı alır?
Tanık sizin.

(Hürriyet)