Ahmed Yesevi, tüm insanlığın örnek alması gereken bir din alimiydi.

Medeniyet ve Mesnevi okumalarına hazırlık konulu yazının birinci bölümünde, medeniyet kavramını tanımlamaya çalışmıştık. Ayrıca, medeniyetimizin kurucuları ve şekillenmesinde emeği geçen isimleri belirtmiştik. Aynı zamanda o muhteşem medeniyeti Anadolu’ya taşıyan ve orayı Türklere yurt yapan bazı şahsiyetlerin de isimlerini yazmıştık. Şimdi sıra Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi ile tanışmaya geldi.

Çocukluğumuzdan beri ismini hep duyduk. Seminerlerde, sohbetlerde, dergilerde hep Piri Türkistan’a atıfta bulunulurdu. O’nun İslam anlayışı, Türk mutasavvuflarının Piri, Şanlı Peygamberimize duyduğu sevgisi, daha çocuk yaşta gösterdiği olağanüstü hareketler hep hafızamızda yer etmişti. 'Varoluşu' yorumlaması, yüzyıllar boyu milletimizin referansı ve ilham kaynağı olmaya devam etti ve gelecekte de devam edecektir.
Biz, burada Hoca Ahmed Yesevi ile sadece tanışmaya gayret edeceğiz. Ve sonunda da 'Yesevi’nin düşüncelerini nasıl aktüelleştireceğiz' sorusunu kendimize soracağız…

Hoca Ahmet Yesevi, -doğum tarihi kesin bilinmemekle birlikte-,  Güney Kazakistan’da 1093 yılında, bugün Türkistan adıyla bilinen Yesi’ye 157 km. ve Çimkent’e 7 km. uzaklıkta olan Sayram kasabasında doğmuştur. Yesevi’nin 73 yıl yaşadığı bilinmektedir. Babası, Sayram’ın ünlü bilginlerinden İbrahim Şeyh, annesi ise Kara Saç Ana’dır. Halk, İbrahim Şeyh’in soyunu Hz. Ali’nin oğullarından Muhammed el-Hanefî’ye çıkarır. Ahmet Yesevi’nin ilk hocası, babası ve sonra Hz. Peygamber’in talimatıyla bu iş için görevlendirildiği söylenen Şeyh Arslan Baba’dır. Daha sonra Buhâra’ya giderek Yûsuf-i Hemedânî'den ders alır ve menevi ilimleri tehsil eder. Bir müddet sonra Yesi'ye dönen Hoca Ahmed Yesevi, eğitim, ilim, irfan faaliyetlerine burada devam eder. Eğitim faaliyetleri ağırlıklı olurken, bir taraftan da mesleğini icra eden Hoca Ahmed Yesevi’nin, günlük vaktini üçe ayırdığı bilinmektedir. Bir bölümü ibadet ve zikir. İkinci bölümü eğitim ve öğretim. Üçüncü bölümü de mesleği olan tahta kaşık ve kepçe üretmek.

Hoca Ahmmed Yesevi’nin eğitiminden geçen talebeler dünyanın farklı yerlerine giderek, İslamiyetin anlatılması ve anlaşılmasını sağlamışlardır. Yesevi öğretisi, Anadolu’da Ahi Evran, Hacı Bekraş Veli, Muhammed Buhari, yani Sarı Saltuk, Taptuk Emre, Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre gibi gönül erleri tarafından kurumsallaştırılmıştır. Bu referans kişiler, Selçuklu ve Osmanlı iradesini yoğurmuşlardır. Balkanlar da uzun süre bu düşünce hakim olmuş, çok kültürlü toplumun oluşması ve sürdürülebilmesine katkıda bulunmuştur.

Hoca Ahmed Yesevi’nin en büyük özelliklerinden birisi de, Türkçe’yi bir eğitim ve yazı dili olarak seçmesidir. Yesevi diyorki: “Sevmez sözde bilginler, Bizim Türkçe dilini, Bilgeler konuşursa, Açar gönül ilmini, Ayet ve hadis Türkçe, Söylenirse duyarlar, Anlamına erenler, Baş eğerek uyarlar, Ey miskin Hoca Ahmed, Yedi atana rahmet, Fars dilini bilsen de, Sen Türkçene devam et ”. İşte bunun içindir ki, bugün biz Yesevi’nin şiir ve öğütlerini zorlanmadan  anlayabilmekteyiz.

Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’de müthiş bir Peygamber sevgisi olduğunu görüyoruz. Kendisi şöyle anlatıyor bu sevgiyi: "Ey gönül dostları, Allahü teâlânın en sevgili kulu olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa hazretleri 63 yaşında bu dünyâdan ayrıldı. Ben de şimdi 63 yaşındayım. Artık şu gördüğünüz çilehâneye çekilecek, ömrümün kalan günlerini bu hücrede tamamlayacağım..."
Şu satırlar da Yesevi’nindir: “Eya dostlar, kulak verin dediğime, Ne sebepten altmış üçte girdim yere? Mirâç üstünde Hak Mustafa ruhumu gördü, O sebepten altmış üçte girdim yere”.

Bugün haşmeti ve mükemmelliğiyle gözler kamaştıran Hoca Ahmed Yesevi Türbesi, Yesevi’nin vefatından ikiyüz yıl sonra, Türk Hakanı Timur tarafından inşa edilmiştir. Timur, türbenin inşası emrini gördüğü bir rüya sonrası vermiştir.

'Dîvân-ı Hikmet', Hoca Ahmed Yesevi’nin en önemli eseridir. Eser; insanları müslüman olmaya teşvik edici, Muhammed aleyhisselâmı öven, O’na tâbi olmakla çok yüksek derecelere kavuşmuş olan velilerin hâllerinin anlatıldığı kısımlardan oluşur. ‘Allah’ı ve O’nun dostlarını  herşeyden çok sevmenin lüzumu’ anlatılır.

Hoca Ahmed Yesevi ve takipçilerinin yaşadıkları yüzyılda da, bugün Avrupa’da ve dünyada yaşanan zülm, savaş/terör, korku, dışlama hüküm sürüyordu. Hoca Ahmed Yesevi ve öğrencileri, o zor şartlarda insanları hep hakikate ve birliğe çağırdılar. Başarılı oldular. Bugün, Avrupa’da bizim de içinde yaşadığımız süreç, ırkçılık, islamofobi, yabancı düşmanlığı, önyargılar ve ayırımcılığın gittikçe yaygın hale geldiği bir süreçtir. Biz de kimsenin kalbini kırmadan, incitmeden, kültür ve medeniyet kurucularımız ve taşıyıcılarımızın öğretilerini aktüelleştirmeliyiz. Kendimize ve gençlerimize güven gelmeli. Hal ve davranışlarımızla, çok ama çok çalışarak hak ve hakikati temsil etmeye ve dikkat çekmeye gayret etmeliyiz.
Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’nin dediği gibi: “Kâfir bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma. Kalb kırmak, Allahü teâlâyı incitmek demektir.” Gönül yıkan değil, gönül kazanan olmalıyız. Buna biz tarihimizde ‘Vakıf insanı’ demekteyiz. Bu geleneği canlandırmalıyız. Sadece kendimiz için değil. Tüm insanlık ve mahlukat için de.
Bu yolda, eminim ki, Hoca Ahmed Yesevi’nin ‘Hikmet’leri de tecelli edecektir...

Veyis GÜNGÖR
29 Aralık 2016

Not: Medeniyetimizin kurucuları ve Hoca Ahmed Yesevi ile tanışma, 30 Aralık Cuma akşamı Amsterdam Türkevi’nde anlatılacaktır.

Bu vesileyle, 2017 yılının tüm okurlarıma ve insanlığa hayırlar getirmesini temenni ederim...