Kültürümüzde göz tutmasın diye zeytin yaprağı yakıp tütütme var. Keşke bir gün zeytin üretimi de göz tutmasın, nazar değmesin diye tütütülecek noktaya gelir. Hiç kuşkusuz o günlerin yaşanabilmesi, görülebilmesi için yerli üretimin ekonomik ve moral önemini öncelikle, siyasi erki elinde tutanların anlaması gerekir. Aksi halde kültür ve ekonominin buluşma noktasında zeytin can çekişir olacak.

 

Bu urup avuçluk ülkede en zor işlerden biri de kültürel değerleri yaşatmaktır.

Hele geleneksel kültürle bağlantılı ekonomik iş yapmaya kalkarsanız resmen başınıza dert alırsınız.

***

Harnıp ve zeytin bizim geleneksel tarımsal zenginliklerimizdendir.

Hatta en başlardadır.

Ancak gelip görünüz ki ikisinin de köküne politik olarak kezzap suyu dökülmektedir.

Sınırlı teşvikleri “Aha teşvik veriyoruz” diye gözüme sokmaya çalışmasın.

Teşvik üretim sürecinin çok küçük bir parçasıdır.

Önemli olan ekonomik aklın bütünlüklü yaklaşımıyla, her kademede üretimin sürdürülebilirliğini sağlamaktır.

İthalat politikası yerli üretimin sürekli boğazını sıkarsa, yerli üretime verilen teşvikin ne anlamı olabilir?

***

Önceki gün Geçitkale’de Bardak Zeytinyağı Fabrikası’na gittim.

Dünkü yazımda da vurgulamıştım.

Senede bir gün, Kıbrıs kültürünün bir parçasını yaşamak için zeytin değirmeninde zaman geçirmem var.

Evin bahçesinde iki kök zeytinden topladığımız birkaç lenger zeytini aldığım gibi bugünün teknolojisiyle zeytinyağı fabrikasına ya da eskilerin deyişiyle değirmene giderim.

Değirmene gideceğim gün havanın yağışlı olması keyfime keyif katar.

Değirmende ateş varsa, ekmek gabira edip üstüne taze zeytinyağı gezdirip yemeye bayılırım.

***

Geçitkale’deki zeytinyağı fabrikası, Mustafa Bardak’a ait.

Mustafa Bardak, aslen Yeniceköylü...

Eşi Nur Hanım ise Güney’den Köfünyeli yani Geçitkaleli…

Zeytinyağı çıkarma ya da yağ değirmeni işi Mustafa Bardak’a babası Burhan Bardak’tan geçmiş...

Burhan Bardak, 1960 yılında zeytinlerin taşlarla ezilip, zembillerde sıkılıp yağ elde edilen sistemde yağ değirmenini kurmuş.

O günden 1999’a kadar öyle gitmiş değirmen işi...

1999’da oğlu Mustafa Bardak, modern yağ değirmenini Yeniceköy’de kurmuş.

Ardından benzer teknolojiyle ikinci bir yağ fabrikasını Geçitkale’de bölgeye kazandırmış.

***

İmkanı olan her Kıbrıslı Türkü, yılda en az bir kez bir yağ değirmenine yani yağ fabrikasına gitmesini salık veririm.

Ne demek istediğimi, ne kadar anlatırsam anlatayım, yeterince anlatamayacağımı bilirim.

Yazılarımı okuma fırsatı bulanlar bilir, her yıl değirmene gider ve her yıl o değirmen izlenimlerimi yazarım.

Hem de çok derin bir hazla yazarım.

***

Hem harnıp hem de zeytin bizim cennet adamızın geleneksel ağaçlarıdır.

1974’e gelene kadar koşullar ne olursa olsun hem harnıpların hem de zeytinlerin değerini bugünle kıyaslanamayacak kadar çok bildik.

O yıllarda ağaçların büyük çoğunluğu atadan gelen mirastan öte emanet gibiydi.

Harnıp ve zeytin ağaçlarının ayrı bir mülkiyet kaydı İngiliz zamanından gelirdi. Bilmiyorum belki de İngiliz’e de Osmanlı’dan geçmiş olabilir o uygulama...

1974 sonrası Kuzey Kıbrıs’ta kalan zeytin ve harnıp ağaçlarının yarıdan fazlası Rumlardan kalmaydı.

Yeni sahipleri yeterince sahiplenebildi mi?

Evet sahiplendiler, demek çok kolay değil.

Yeterince sahiplenmeyen insanları suçlamak kolay mı?

Hiç de kolay değil.

Neden?

Çünkü bu ağaçlara bakanlar ciddi bir gelir kaynağı elde edemedi.

Yeni harnıp ve zeytin ağacı ekenler ise yıllarca parmakla gösterilecek kadar az oldu.

Halbuki özellikle harnıpın, her derde deva ekonomik değere sahip olduğunu dünya biliyor.

İnsanlar harnıptan istedikleri kazancı elde edemeyince kesip odununu satmayı tercih edenler oldu.

Bunu yapanlar harnıp ağacının yaklaşık on yılda ürün verme aşamasına gelen bir ağaç olduğunu bilmiyordu elbette.

***

Zeytinin akıbeti harnıptan çok mu farlı?

Belki zeytin, henüz harnıpın hazin sonuna gelmedi.

Ancak böyle giderse o akıbet zeytini de bekliyor.

Mustafa Bardak’tan dinledim.

Zeytinin ekonomik getirisi, üretimi teşvik etmiyor.

Bin bir zahmetle zeytini toplayıp değirmene taşıyan köylülerin çıkardığı yağın kilosu yaklaşık yedi TL.

Mustafa Bardak, “Satmak isteyenlere bu fiyatı söylemekten utanıyorum” derken çok samimiydi.

***

Bu arada dönüm başı verilen teşvikin albenisiyle binlerce yeni zeytin ağacı ekenlerin olduğunu da Geçitkale’de öğrendim.

Yeni ekilen ve iyi bakılan ağaçlar 3-4 yıl sonra ürün verme aşamasına gelecek.

Peki yıllarca zeytin ağaçlarına bakan köylünün eline ne geçecek o noktadan sonra?

Zaman zaman, zeytinyağı ithalinin yasaklanması tartışılır.

Bir anda ben de “Yasaklayın” demem.

Önemli olan yerli zeytinin rekabet edebilir bir politikayla desteklenmesidir.

Biraz teşvik biraz da ithal ürünün önüne set konularak denge sağlanabilir.

Günümüz dünyasında kimse yerli ürünü fahiş fiyatla almak istemez. Beceri, dengeyi sağlamaktır. Bu başarılabilir.

***

Mustafa Bardak’ın değirmeninden ayrılırken zeytinyağının harika kokusu burnumda tütüyordu... Modern sistemde zeytin yaprakları dahil her şey ayrıştırılıyor. Çekirdeklerin ezilmiş halini ısıtmada kullanılıyor... Zeytin yaprakları ise çobanlar tarafından alınıp hayvanlara yediriliyor. Zeytin yaprağının süt verimini olumlu etkilediği de anlatıldı...

***

Kültürümüzde göz tutmasın diye zeytin yaprağı yakıp tütütme var. Keşke bir gün zeytin üretimi de göz tutmasın, nazar değmesin diye tütütülecek noktaya gelir. Hiç kuşkusuz o günlerin yaşanabilmesi, görülebilmesi için yerli üretimin ekonomik ve moral önemini öncelikle, siyasi erki elinde tutanların anlaması gerekir.

Aksi halde kültür ve ekonominin buluşma noktasında zeytin can çekişir olacak.

 

 

Günün sözü:

 

Üretim, toprağa salınan kök gibidir

(Havadis gazetesinden alınmıştır)