Ekonomik kriz, üretime dayalı ekonomisi olmayan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) Türkiye’den daha fazla etkileyince malum çevrelere gün doğdu.
Kimi sosyal medya paylaşımlarında ekonomik krizden kurtulmanın tek çaresi olarak “çözüm ve AB’ye katılım” gösteriliyor.
Sanki Rumlar çözüm istiyormuş, AB kucak açmış, Kıbrıs Türklerini bekliyormuş gibi!
Hatta fırsatı ganimet bilen bazıları, “federal Kıbrıs da olmaz, tek Kıbrıs olmalı” demeye kadar vardırıyor işi. Çözümden anladıkları da, Kıbrıs adasının yönetiminin tamamıyla Rumlara teslim edilmesi.
Tez konumdan ötürü Kıbrıs tarihini didik didik eden biri olarak şaşkınlıkla izliyorum bu aymazlığı.
Geçmişe bakarak, Rumların asla ve kat’a Kıbrıs Türkleriyle ortak bir yönetimi kabul etmeyeceklerini, Türkiye’nin garantörlüğünün kalkmasını talep etmelerinin kökeninde, Kıbrıs adasının tek hakimi olmanın yattığını, AB’nin Türkleri sadece Rum yönetimine geçmeleri kaydıyla kabul edeceğini, federal bir yönetim olsa dahi Türklerin hep ikinci sınıf vatandaş olacağını, söz hakkının Rumlarda olacağını, Kıbrıs Türklerine azınlık haklarından fazla hakların verilmeyeceğini söyleyebiliyorum.
Hatta daha da ileri gidip, Rumların Kıbrıs Türklerini kandırmak adına uzattıkları havuçları ve bu havuçların Kıbrıs Türk liderleri tarafından halka yutturulduğunu da söyleyebilirim belgelerle. Annan Planı döneminde, dönemin başbakanı olan Mehmet Ali Talat’ın yaptığı bir konuşmayı hatırlayalım; "Halkımızın ‘evet’ demesi, Güney Kıbrıs′ta ‘hayır’ oyu çıksa dahi, çözüm olmasa dahi Kıbrıs AB′ye Rum tarafının temsil ettiği şekilde girse dahi yine de Kıbrıs Türkü dünyayla bağlanacaktır. Diğer taraftan çıkacak karar ne olursa olsun Kıbrıs Türkü dünyayla bağını kuracaktır. Dünyanın, BM ve AB′nin isteklerini olumlu karşılayan Kıbrıs Türkü artık dünyada yalnız olmaktan kurtulacaktır. Halkımız verdiği evet oyunun hem de bundan sonraki dönemde dünyayla bütünleşmenin ve ekonomik gelişmenin tadına varabilecektir."
Sonucu biliyorsunuz; AB ve Rum lobisi tarafından adaya aktarılan kaynaklar ve basın kuruluşlarının “cennetten tapu” vaatleri semeresini verdi ve Kıbrıs'ta 24 Nisan 2004'te yapılan Annan Planı referandumuna Kıbrıslı Türkler 64.91 ile "evet", Rumlar yüzde 75.83 "hayır" dedi.
Peki sonra ne oldu? AB, kendi müktesabatına uymayan bir kararla, sorunlu ve bölünmüş bir ülkeyi hem de referandumun hemen ardından -1 Mayıs 2004'te- kabul ederken, Kıbrıs Türklerine verdiği hiçbir sözü tutmadı. Ne Talat’ın vaad ettiği gibi izolasyonlar kalktı, ne de dünya ile bütünleşti KKTC. Yani “herşeye evet” diyen cezalandırıldı, “hayır” diyen ödüllendirildi.
Şimdi kalkmış birileri “ne isterlerse verelim de dünyayla bütünleşelim” diyor Rumların ne istediğini bilmezmiş gibi…
**
Dedim ya, Rumlar asla Kıbrıs Türklerini kendileriyle eşit görmüyor, görmeyecek. Biri geçmişten, biri günümüzden iki örnek;
“Ethnos gazetesinin 25 Haziran 1959 tarihli sayısında ‘Artık Yeter’ başlıklı yazıda Rumların Türklerden üstün olduklarından bahsederek belediyeler meselesine temas etmekte ve bu konuda Türklerin görüşlerine şiddetle hücum etmektedir. Ethnos gazetesi bu yazısında Rumların Türklerden daha ehliyetli ve daha becerikli olduklarını ve üstünlük sebebinin yalancı idareden himaye görmeleri olmadığını, bu üstünlüğün yüksek kabiliyetlere ve tabiî faziletlere sahip bulunmalarının bir neticesi olduğunu iddia etmektedir. Rumlar karşısında Kıbrıs Türklerinin bir aşağılık duygusundan muzdarip bulunduklarını iddia eden Ethnos gazetesi, değer ve kuvvet bakımından Türklerle Rumlar arasında nisbetsizlik mevcut olduğundan dem vurmaktadır.”
3 Temmuz 1959 tarihli Nacak gazetesinden bu yazıya “hakaretin bu derecesine artık tahammülümüz yok” başlıklı bir yazıyla kibarca cevap verilmiş. Şöyle deniyor yazıda: “Ethnos gazetesinin Zürih’te temeli atılan ortaklık, iyi niyet ve dostluk kaidelerine asla sığmayan koskoca bir milletin tarihî şerefi ile haysiyetini en kötü kelimelerle tahkire yeltenen bu biçimde bir yazımı hangi bayağı duygularla yayınlandığını bilmiyor, anlamıyor değiliz. Bu bayağı duygular, Kıbrıs’ı menfur emellerine set çekmemizden doğan hüsrandan, acı hayal kırıklığından ileri gelmektedir. Ethnos’un, Rumların Türklerden üstün oldukları şeklindeki gülünç ve meğalomania kokan iddiasını ele alalım. Bu iddia o kadar çürük-çarık havailere istinat ettiriliyor ki Hitler’in ‘Üstün Irk’ derecesinde kokmuş nazariyeden de köhne ve rezil olmuş nazariyesinden daha beter bir rüyadan ibarettir.”
Bir örnek de günümüzden; Arkadaşımın annesi Güney Kıbrıs’ta bir hastanede yatmakta, kendisi de annesine refakat etmektedir. Annesiyle aynı odada kalan Rum kadının kızıyla arkadaş olup, hasbihal ederler. Rum kadının kızı adanın birleşmesine, Kıbrıslı Türklerle Rumların bir arada yaşamasına karşı olmadığını söyler ama şartını da belirtir: “Ben bir arada yaşayabilirim ama benim patronum asla bir Türk olamaz!”
Diyeceğim o ki, Güney’deki ahbaplarınca -tamamen duygusal!- bazı enstrümanlarla domine edilen bir grubun ekonomik krizi bahane ederek Rum’u “sığınılacak liman” olarak göstermelerini doğal karşılayabiliyorum da, bir insanın yakın tarihinden dahi bihaber olmasını, asırlardır burada yaşamalarına rağmen, Kıbrıs gerçeğini bilmemelerini, Rum beyniyle düşünüp, Rum ağzıyla beyanat vermelerini hala anlayamıyorum.
Bugün birilerinin, krizin arkasına saklanıp yüksek perdeden hakaretler yağdırdığı KKTC, içi boş bir oluşum değil, bu milletin dişiyle, tırnağıyla, canını ortaya koyarak hak ettiği bir yönetim. İyi yönetilip yönetilmediğimiz tartışılabilir ancak egemenliğimiz tartışmaya dahi açılamaz. Bizim kümeste beslenip komşunun kümesine yumurtlayanlara sözüm; Kriz bu, gelir geçer lakin egemenlik giderse bir daha gelmez.