Önce cevap vereyim, sonra detaylandıracağım: Güvenmiyoruz da ondan!

Bölgelere, barışı değil, kendi çıkarlarını korumak için gidiyorlar da ondan!

Ruanda’da da, Bosna’da da, Kıbrıs’ta da aynı şeyleri yaptılar da ondan!

BM, barış değil, destek gücü de ondan!

Kıbrıs Türklerinden aldığı silahları Ruma vererek tarihte eşi görülmemiş bir vahşetin prodüktörü oldular da ondan!

Gelelim esas konuya; Bildiğiniz üzere, BM Barış Gücünün Kıbrıs’taki görev süresinin uzatılması kararını Rumlar verirdi. Bir iki sefer “biz de varız” dediysek de dikkate alan olmadı. Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın BM kürsüsünden KKTC’nin tanınması çağrısından güç alan KKTC, Rumların izniyle (!) görev yapan BM Barış Gücü’ne KKTC ile de anlaşma yapması için bir ay süre tanıdı.  Buna göre BM Barış Gücü Kıbrıs Türkleriyle bu konuda anlaşmazsa KKTC tarafındaki iki kampından çekilmek zorunda kalacak.

KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu, Türk ve Rum sınır hattındaki ara bölge dışında KKTC’de de iki kamp ve bir temas noktası bulunan BM Barış Gücü’nün Rumlar’dan izin alarak görev yaptığını belirterek, “Misafirlik bitti, ya KKTC ile askeri anlaşma imzalar ya da KKTC’den çekilirler” restini çekti.

Bu rest hepimize bir “ohhh” çektirdi zira Barış Gücü adı altında görev yapan bu askerlerin, barışa değil Ruma hizmet ettiğini bilmeyen yok. Ki tersi olsaydı şimdiye kadar Rumlar bunları adadan göndermek için dünyayı ayağa kaldırmıştı.

***

Kıbrıs’ta bulunduğu süre içinde barışa bir damla katkısı olmayan sözde Barış Gücü’nün adadaki icraatları, BM Kıbrıs Erenköy bölge sorumlusu İsveçli teğmen Lars Willy Lindh’in “BM Gözetiminde Soykırım” kitabında mevcut ama ben özetleyeyim. Lindh, 1964 yılında Erenköy bölgesindeki Türklerin askeri gücünün azlığına karşın Rumların -Yunan askeri desteği ile- 10 Bin kişiye yakın olduklarını gördüğünden azınlık durumundaki Türklere yardım etme kararı alan bir BM askeri.

“Rumlarda çok sayıda ağır silahlar, tanklar ve toplar olmasına rağmen, Türklerde az sayıda ve hafif silahlar ve küçük havanlar vardı. Oradakiler 200-300 civarında Türk askeri ile 500 civarında yaşları küçük öğrencilerdi. Ben onların hayatlarından endişe ettiğim için Türklere yardım kararı aldım. Beni askerlikten attılar, yargıladılar ama belki de yüzlerce masum insanın hayatını da bu yaptıklarımla kurtarmış oldum. Bugün yine öyle bir durumla karşılaşsam sonu ne isterse olsun yine yardım yapardım.” diyor Lindh.

Taşkent katliamında eşiyle birlikte birçok aile ferdini kaydeden Zerrin Fırtınaer’in anlattıkları da BM Barış Gücü’nün gerçek amacını ortaya koyması bakımından çok önemli bir vesika.

“Eşim 26’yı yeni bitirmişti, ben de 21 yaşındaydım. En büyük oğlum 4, diğerleri, 3 ve 1 buçuk yaşındaydı. Ayrıca kızıma 8 aylık hamileydim. Kocamı götürdüklerinde tüm köyün evde olduğu gibi biz de evimizdeydik ama öncesi var…

Eşimi ve köydeki tüm erkekleri toplamadan önce Birleşmiş Milletler (BM) ‘siz azınlıksınız. Rumlara direnmeyin… Köyün yarısı zaten Rum, direnirseniz öldürürler. Silahları verin’ diyerek Türklerin elindeki tüm savunma aletlerini aldı. Zaten neydi silah dedikleri… Çapa, kürek, av tüfeği…

BM öyle deyince silahları teslim ettik. BM de bizden aldıklarını Ruma teslim etti. Silahlar toplandıktan sonra üzerimize ateş açtılar. Rumların o katliamı yapmalarına sebep kendileri (BM). Bizden aldıkları silahları Rumların ellerinde gördü bizimkiler.

Biz nasıl yaşarız Rumla? Niye verdik bu şehitleri? Ben 41 yıldır çektiğimi biliyorum. Nasıl büyüttüm babasız? Şimdi hangi barıştan söz ederler? Rumun malını almışız. Kim istedi gelmeyi? Hangimiz istedik bunları yaşamayı? Bu savaşı biz başlatmadık ama bütün acılarını biz çektik. Benim küçüklüğümde de vardı Rumların ezası. Rumlar Türklerin malına el koyardı, ucuz fiyata satın alırdı. Tarlasında işlerken kaybolurdu insanlar. Esaret içinde geçti çocukluğumuz. Okul önünden askerler geçerdi, öğretmen ‘çocuklar eve koşun’ derdi, korkuyla evimize koşuşurduk. Savaşta her şey olur diyorlar. Ben savaşta mıydım? Ben bugün huzurluysam Türkiye sayesindedir.”