FOGEM: “Yaşadığımız bu coğrafyada yüzyıllar içerisinde oluşturduğumuz geleneklerimiz vardır. Bizi biz yapan alışkanlıklarımız, yaşam tarzımız.

Buralarda doğup büyüdük ya, o yüzden konuşmamız, yememiz, içmemiz, dansımız, müziğimiz birçok adetimiz bize özgü. Mutluyuz ama bundan. Alışkanlıklarımız, hayat tarzımız en büyük zenginliğimiz diye düşünüyoruz.”

 

 

Gazeteci 24 saatin en az 18 saatini haber nitelikli yaşamak zorunda.

Bunu yaşamadan dolu dolu gazetecilik yapılmaz.

Masa başı gazeteci hiç olmadım.

Öyle bir hedefim de olmadı.

Dün güne Lefkoşa Türk Belediyesi ile başladım.

Bir gün önceden BES’ten başkan Savaş Bozat ve Mustafa Yalınkaya ile görüşmek için anlaşmıştık.

Buluşma yerimiz BES Lokali’ydi.

Anlaştığımız saate yakın, Lefkoşa Türk Belediyesi’nde buluşmamız için haber ettiler. Dümeni oraya büktüm.

Belediyenin güney tarafındaki park yerine arabayı park edip, ana girişe göre ters taraftan binaya girdim.

Ama daha yolda giderken çalışanların başkan Cemal Bulutoğluları’nı binadan uzaklaştırdıklarını duydum.

Binaya girerken çalışanların yüzlerindeki ifadeyi okumaya çalıştım. Yüzlerdeki ifadeleri okumak neredeyse imkansız.

Belirsizlik ve de gerginlik çalışanları çok yordu.

Bir bayan çalışan, “Hasan Bey, parayı almadan işe başlarsak böyle olur” dedi.

Bir başkası, “Bu memleketin başı kıçı belli değil Hasan abi” derken bir diğeri, “Bizim arkadaşlar Başbakan’a inanmayacaktı” diye vurgu yaptı.

Belediye başkanının makam odasının da bulunduğu bir üst katta koridorlar ana baba günü gibiydi. Dikkatimi çekti, hiç polis yoktu.

Bunun anlamı sorumluluğun tümüyle sendikanın boynuna asıldığıydı.

***

Savaş Bozat ve Mustafa Yalınkaya ile konuştum.

Sohbete LTB’ye otuz küsur çalışma yılını verenler de katıldı.

Anlatılanları dikkatle dinledim.

Dinlediklerimi özetlersem, LTB’nin önünü açacak, sıkıntıları geride bırakacak bir proje ortada yok.

Savaş Bozat, “Ziraat Bankası’yla ilişkili yapılanmaya baktım. O yapılanmaya göre çalışanlar mağdur edilirken, Lefkoşa’da da sadece çöpler toplanacak. Lefkoşa’nın gelişimi için, altyapısı için bir kuruş para düşünülmedi” dedi.

Pazar günü Başbakan’ın kendilerine verdiği sözleri tutmasını beklediklerine de vurgu yaptı.

“Cemal başkanı, belediyeden sizler mi uzaklaştırdınız?” diye sordum... “Evet” deyip ekledi: “Sabah odasına belediyenin sorumlularını toplayıp altı milyon TL’nin nasıl dağıtılacağını konuştuğunu öğrenip odasına gitti. ‘Cemal başkan burada ne işin var, kalk git parayı bul ve gel’ dedim. O da kalkıp gitti. Zaten bu durumda belediyede ne işi olabilir ki?”

Cemal Bulutoğluları’nı insani değer yargılarımla her koşul altında severim, bundan sonra da seveceğim. Ancak dün anladım ki Cemal başkanın LTB’de görevinin başına dönebilmesi için çalışanlarla ilgili mali sorunların ivedilikle çözülmesi gerekir. Aksi halde Cemal başkan bırakın makam odasını, belediye binasına bile giremeyecek. UBP, kendi partisinden belediye başkanını düşünüyorsa gerekeni yapacak, başka yolu yok.

***

LTB’de yaşananlar ve gördüklerim yurdunu seven her insan gibi beni de derinden üzdü. O üzüntüyle binadan ayrılırken ambulansın geldiğini gördüm.

Şirin Sofuoğlu isimli bayan çalışanın bedeni gerginliği kaldıramamış, fenalaşmıştı. Binanın dışında bir sandalyede oturuyordu. Ambulans gelene kadar arkadaşları onunla ilgileniyordu.

Sedye ile ambulansa bindirildi ve gitti.

... Ve bir belediye çalışanı yanıma gelip aynen şunları söyledi: “Hasan Bey, bir kenara not et. Bir an önce çare bulunmazsa bu binada çok daha büyük felaketler yaşanacak.”

FOGEM’i ayakta alkışladım...

LTB’de gördüklerim, yaşadıklarım gün boyu beni sarsmaya yetti.

Dün akşam Atatürk Kültür Merkezi’nde Folklor ve Gençlik Merkezi FOGEM’in folklorik tiyatrosu, “Kız Mı, Erkek Mi?” oyunu vardı.

Gitme konusunda yorgunluğum nedeniyle ikilemdeydim.

Salahi Döşemeci, Kürşat Köseoğlu, Hüseyin Kozok, Nejat Demirkent tanıdığım isimler. Eğitim bağlarını saat dilimiyle sınırlamadıklarını uzaktan gözlüyordum.

FOGEM’e beş yıl önce hayat vermişler arkadaşlarıyla...

Dün akşamki gösterileri, folklorik tiyatrodan öte terapi gibiydi. Bugünlerde “Ahhh!” çektirip geçmişe özlem duyarız ya, dün akşam özlem duyduğumuz geçmişi sahneye harika taşıdılar.

Amatör bir ruh, profesyonel bir disiplinle buluşunca müthiş güzel bir sahne bütünlüğü ortaya çıktı.

Yeni evli bir çiftin çocuk sahibi olmasını hamilelikten başlayarak ele alan bir oyundu.

... Ve oyundan ne amaçladıklarını bakınız nasıl özetlediler:

“ Yaşadığımız bu coğrafyada yüzyıllar içerisinde oluşturduğumuz geleneklerimiz vardır. Bizi biz yapan alışkanlıklarımız, yaşam tarzımız.

Buralarda doğup büyüdük ya, o yüzden konuşmamız, yememiz, içmemiz, dansımız, müziğimiz birçok adetimiz bize özgü. Mutluyuz ama bundan. Alışkanlıklarımız, hayat tarzımız en büyük zenginliğimiz diye düşünüyoruz.

Ancak son zamanlarda alışkanlıklarımız, inançlarımız hızlı bir şekilde değişiyordu. Belki de bu değişime inatla çıktık, ‘Folklorik Tiyatro’ yolculuğuna.

Eskilerde, çok eskilerde yaşadığımız, bize ait ne kadar çok şey varsa katmaya çalıştık oyunumuza...”

 

Günün sözü:

Folklorik değerler, kendi dinamizmiyle eskimeden geleceğe koşar.

(Havadis gazetesinden alınmıştır)