Bizim insanımızın üç yüz yıldır anlamadığı, görmezden geldiği ve hakkınca değer vermediği önemli bir kavram var:

“Kişilik…”

Bu kavram yüzünden başımız bir türlü beladan kurtulmuyor!...

Ekonomide, siyasette, hukukta hatta hayatın her alanında yaşadığımız sıkıntıların ve karşılaştığımız zararların çoğuna bu kavram sebep oluyor…

Daha doğrusu bu kavrama verdiğimiz itibar!...

Ne acıdır ki, yaşadığımız onca olayda durumu fazlasıyla tecrübe etmemize rağmen; kişilik kavramına karşı hala kayıtsız kalmaya devam ediyoruz…

Derslerimde, öğrencilere anlatmakta zorlandığım başka bir kavram var mı hatırlamıyorum…

Diyorum ki; işletmelerin, sahiplerinin dışında ayrı  kişilikleri var…

Bir işletmenin sahibi olmanız; o işletmenin varlıkları üzerinde keyfinize göre tasarruf yapma hakkı vermez!...

Mesela bir fırıncı, kendi fırınından ekmek alırken müşteri gibi davranmalı… Aldığı ekmeğin parasını işletmenin kasasına koymalı!...

Bir lokantacı, kendi lokantasında yemek yediğinde o yemeğin ücretini ödemeli!...

Bir iş adamı, özel harcamalarını sahibi olduğu şirketine fatura ettirmemeli!... Bu yolla alenen vergi kaçırmamalı!...

Fırıncının, lokantacının ya da iş adamlarının işletmelerinden sadece kâr payı alma hakları vardır… O da kâr ederse!...

İşletmenin varlıkları üzerinde başka da bir hakları yoktur!...

Varmış gibi davranırlarsa bu suçtur!... Hem de ciddi bir suçtur!...

Bir kişinin malına başka bir kişi ondan habersiz ya da izinsiz şekilde el koyarsa bu suç olmaz mı?

Adına hırsızlık, gasp, zimmet ne derseniz deyin!...

Fakat maalesef bu davranış, bizim Ülkemizde asla  “suç” muamelesi görmüyor!...

Hatta bundan yola çıkarak, diğer bir çok yasadışı olayı da emsal göstererek meşru hale getiriyoruz!...

Bir kişi bir yere belediye başkanı oluyor; belediyenin varlıklarının sahibiymiş gibi davranıyor…

O varlıkları, o imkanları babasının malıymış gibi dilediğine dağıtıyor!...

Bir kişi bir kuruma müdür oluyor; kurumun tapusu ona verilmiş gibi davranıyor…

Kurumun imkanlarını canının istediğine peşkeş çekiyor!...

Sıradan bir yetki yazısıyla, kurum kişiliklerini kendi kişiliklerine entegre ediyorlar…

Hukukun evrensel kurallarına aykırı şekilde, “tek kişilik” yetkiler kullanıyorlar!...

Hele hele kamu kurumlarında bu tür davranışlar oldukça yaygınlaştı…

Yöneticiler, kendi kişilikleriyle kurum kişiliğini aynı zannediyorlar…

Kurumu çiftliğe çevirmekte bir beis görmüyorlar!

Sorumluluklarını unutup, sadece yetkilerini hatırlıyorlar…

Böylece çok kolay bir biçimde “kul hakkına” girebiliyorlar!...

 “Kişilik” kavramının çok önemli olması gereken bir başka alan da siyaset…

Siyasetçilerin, siyasi kimliklerinin dışında en az iki kimliği daha olmalı!...

Teknokrat, bürokrat, hukukçu, ekonomist, mühendis, mimar, doktor, uzman vs. gibi taşıyacağı önemli bir mesleki kişilik yanında takdir edilen manevi bir kişiliği de olmalı…

Siyasetle uğraşmanın dışında başka bir işle meşgul olmamış, tüm kişiliği sadece bundan ibaret birisi topluma ne verebilir?

Adam diyor ki;

“Yıllardır bu partinin kahrını çektim, her faaliyetine katıldım, verdiği her görevi yaptım, uğrunda şu kadar harcadım… Artık sıra bende… Adaylığı en çok ben hak ediyorum…”

Peki senin, falanca partili olarak tanınman dışında başka bir kişilik özelliğin var mı?

Mesleki kişiliğin,

Ahlaki kişiliğin,

Sosyal kişiliğin,

Kültürel kişiliğin,

Manevi kişiliğin ne durumda?

Kimliğini başka ne ile zenginleştirdin?

Sana sadece, falan partili filanca mı diyebiliyorlar?

Tüm sıfatın, tüm unvanın bu kadar mı?

Bu kadarıyla nereye varabileceksin?

Tek başına  bu kimlik seni nereye kadar götürebilecek?

Kişiliklerimizi zenginleştirip, sahip olduğumuz her bir kişiliğin hakkını ayrı ayrı vermemiz gerekmez mi?

Doğru olan bu değil mi?

Aksi takdirde, “her türlü arsızlığı, yolsuzluğu yapsa da, siyasi kimliği sağlam olanın başına bir şey gelmiyor” anlayışı hakim oluyor!...

Bizim bu “kişilik” sorununu mutlaka çözmemiz lazım…

Kişiliksizliğe prim vermememiz lazım…

Kişilikleri ayrı ayrı görüp, ayrı ayrı tartmamız lazım…

Adaletin terazisi gibi, kişilik terazisi de en az iki kefeli olmalı!...

Birinin yaptığı yanlışa, diğeri “dur” diyebilmeli…

Tek gözlü teraziye nasıl güven olmuyorsa, tek kişilikli kimliklere de güven duymamalı!...

İş adamı Cem Uzan’ın batış hikayesi konumuza güzel bir örnektir:

Sahibi olduğu iki şirketten İmar Bankası zarar etmekte, Telsim (şimdiki Vodafone) ise ciddi oranda kar etmektedir… Cem Uzan, kayıtsız bir şekilde Telsim’in kaynaklarını İmar Bankası’na kullandırmaya kalkınca, Telsim’in yabancı ortakları durumu öğrenip şikayetçi oluyor… Uluslararası mahkemeler, şirketlerin “kişilik” haklarına tecavüz yapıldığı gerekçesiyle hakkında işlem yapıyor; neticede Türkiye Hükümeti de tüm mal varlığına el koyuyor…

Yani el-alem, “kişilik” kavramına bizim baktığımız gibi bakmıyor…

Parasını vermeden kendi fırınından ekmek alan fırıncıyı kesinlikle affetmiyor!..

“Fırın” ayrı, “sen” ayrısın diyor…

Şimdiye kadar öğrencilerime bu durumu anlatamadım, size anlatabildim mi merak ediyorum…