15 Temmuz Cuma, 2016, benim için de çok önemli bir "an"ı "anları" barındırıyor içinde. Bodrum'da yayınevimin düzenlediği ilk imza gününe katılmış olmam bir yana, yaşamımda da önemli bir değişikliğe imzasını atmıştır.
Özellikle, o geceyi öyle bir günün uzantısında, Bodrum'un merkezindeyken yaşamış olmak; insanlardaki "darbe" telaşasını yakından takip edip, şaşkınlıkları, bağırışları, sessizce kapatılan kafeleri, mağazaları izlemek, "darbe mi, değil mi" fısıltılarını dinlemek, olağanüstü bir durumun ön karalamaları içinde gezinmek gibi bir şeydi.
Sabah'ın ikisinde, ülkenin tüm camilerinden aynı anda okunmaya başlayan gayri ihtiyari tüylerimi ürperten selalar; manevi bir gücün, istenirse nasıl halkın birlik ve beraberliği için kullanılabileceğinin mükemmel bir örneğini sergilemesi açısından karanlığı delen muhteşem bir sesti.
Ve bugün... Aradan tam bir yıl geçmiş olmasına rağmen hala, bu darbe mi, değil mi? Kim kime neyi nasıl empoze etmiş; kim kime neden emir vermiş ikilemleri açıklığa kavuşturulmadan, bu gün "Milli gün" ilan edilip kutlamalar yapılıyor. Şehitler asker, darbe'yi yapan asker... Kim kimi neden korudu, neye karşı direnip ne kazanıldı belirsiz.
Ortak duygu "acı". Ortak inanç "Asker emir almadan hareket etmez. Asker emri sorgulamaz."Öyleyse, biz neyi kutluyoruz. Biz neyi koruduk. Kimsenin bildiği yok. Bir yanda şak şakcılar, diğer yanda susanlar, susturulanlar...
Yine de önemi büyük benim için. Dedim ya, darbe beni de etkiledi. Bir şekilde, yaşamım için verdiğim bir karar aşaması oluşturdu.
Herşeyin "hayırlısı" diyeceğim ama, pek hayır'lı olduğu da söylenemez. Daha doğrusu, "hayır'lı" olmaması için direnildi, direniliyor. Aldık başımızı gidiyoruz; kah yürüyerek dört milyon takıp peşimize, kah gülüyoruz ağlanacak hallerimize. Yürüyelim bakalım, kim öle, kim kala.